Ona Bediüzzaman diyen, O’nun zamanı güzelleştireceğinin farkındaydı.
O’nu Said diye adlandıran, O’nun ebedi saadet kapısının son asırda ki bekçisi olduğunu biliyordu.”
Bu gelen zamanı onun güzelleştirdiği şekliyle idrak edenlerin mazinin derinliklerine doğru yaptıkları "sadakte-doğru söyledin" seslenişidir. Bu gelen saadet kapısının anahtarını onun elinden alanların teşekkürlerini bir demet gülle ifade edişlerinin hikayesidir.
Arkada Osmanlı'nın yerine başı göklerde Ağrı dağı. Önünde bir yalnız çocuk. Adı Said.. Kıpırdamıyor dudağı. Yanında asırlık çilesiyle yaşlanmış İslam dini yerine annesi...
Bir patlama. Dağ paramparça. Kıyamet mi bu neyin nesi? Osmanlı yok. Anne korkmakta.. İslam sancaktarsız kalmış apansız.. Yalnız çocuk korkmuyor. Üstad korkmuyor yalnız. Kıpırdıyor dudakları. Söylediği söz bakın ne hakimdir : "ana korkma Rabbimiz hem çok RAHİM hem çok HAKİM'dir.." Sonra bir ses duydu göklerden. Sesi yalnız çocuk duydu. Ses geleceğin Üstadına "Kur'anın icazını beyan et" diyordu.
Arkada parçalanmış Osmanlı'nın Rus'a esir düşmüş askerleri ayakta. Önlerinde bir yalnız adam diretiyor kumadana hürmeten kalkmamakta. "İsyan bu" diyor kumandan. Bilmiyor ki müslüman esirken bile azizdir. "Asın bunu" diyor kumandan. Bilmiyor ki karşısındaki Said-i Nursi'dir. Son dileği olan iki rekat namaza duruyor üstad, Allahını tekbirle. Hatasını anlıyor kumandan. Af diliyor yalnız adamdan hem de özürle..
Barla derelerinde bir yalnız adam..
Adı artık olmuş Bediüzzaman. Yıldızlar onun ile birlikte konuşur. Bulutlar ağlar o ağladığı zaman..
Mazinin hatıralarına iner gibi inmişde Barla'nın yalnız akan derelerine, davasının yalnızlığına ağlıyor ve henüz kaybettiği biraderzadesine.. İçinde büyüyüp duran yalnızlığa karşı gözyaşlarında ararken eman, yardımına yetişiyor ALLAH Rasulün(s.a.v.)den miras aldığı o sarsılmaz iman..
Bediüzzaman bir yalnız adam. Davasında yalnız. Çilesinde yalnız, rüyasında yalnızdı... Alem yanlış, o yalnızdı. Yalnızlığında yanılmadı.
Önde yaştaşlarına üstad olmuş bir ateşin zeka.. Az yiyor, az içiyor. Üzerinde bin yamalı bir çuha. Sadakayı reddediyor. Hediye almıyor. Fakr-u zaruret içinde ilmin izzetinin korunduğu bir vaha.. Yemeğini karıncalarla paylaşıyor, “bunlar cumhuriyetçilikte insanlara üstad oldular” diyor.
Örneğimiz Nebilerdir; Onlar ki ümmetlerinden ne ücret istedi ne de dünyalığa boğuldular...
Odasında hocalık cübbesini reddetmiş garip bir ilim talebesi. “Üstadım bu kama, bu şalvar pek garib” diye yalvarıyor Van Valisi. "Gel ısrar etme de zamanın gereğince sana bir kıyafet giydireyim. Kabul edersen konağımda atımda hediyemdir sana vereyim." “Olmaz!” diyor şarkın ve garbın üstadı. “Asıl güzellik ilim ve irfandadır. Bu kıyafet benliğimdir. Gerçek gariplik benliğinden utanmandadır!”
Önde yıllanmış çuhası ile Bediüzzaman. Fakrı ve şükrü rehber edinmiş kendine. Savcı iddia ediyor: "güya bu muttaki adam alet edinirmiş kendi geçimine"
Hakim sormakta.
“İşi yok, geliri yok.. Ne yer bu adam, ne içer, neyle geçinir?”
Üstad haykırıyor;
“Benim gıdam iktisattır. Davası Allah olan davası ile yetinir. İnsan sadece ekmekle doymaz. Hakikatli bir söz de gıdadır demedi mi Hazreti İsa. Semadan inen kudret helvası ve bıldırcın eti ile doyurulmadı mı kavm-i Musa?”
Bediüzzaman, bir fakir adam.. Gençliğinde fakir. Hayatında fakir. Ölümünde fakirdi. Alem hakir, o fakirdi.Fakirliğinde hakirliğe düşmedi..
İçerde doğudan gelmiş bir alim. Adı Molla Said.. İlmin izzeti ile çatılmış kaşları. "Her soruya cevap verilir, soru sorulmaz" yazmış kapısına. Kıskanıyor meslektaşları.. Mısır'dan bir alim gelmiş soruyor: "Ne beklersin Osmanlı'dan ne beklersin Avrupa'dan?" Diyor:"Osmanlı Avrupa'ya, Avrupa da İslam'a gebe. Dünya batmaz o onu, bu da bunu doğurmadan. Korkusu yok. Ne sultandan, ne cihandan.. Haykırıyor "müslümanın en büyük silahı İmandır." Yirminci asırda bir sahabi gibi yaşıyor. Dost da düşman da kabul etmiş ki, bu adam Sahibüzzaman...
Pencerede gözüyle değil de basireti ile bakan kaderin esiri bir adam durmakta. Karşı kız mektebinin bahçesini seyrederken nazarı elli yıl sonrasına bakmakta. Görüyor ki o oynayanların bir kısmı mezarda azap içinde. Bir kısmı da ölümü arzulayan biçareler.. “İşte” diyor, “Vazifemiz ölümün yüzünü güzelleştirmek”. Dökülüyor kaleminden daha nice vecizeler. “En bahtiyar odur ki, dünya onu terk etmeden o dünyayı terk eder. İmanına ahiretine sahip çıkar. Böylelerin milletin imanına hizmette önüne ne cennet sevdası ne de cehemnem korkusu çıkar...”
Üstad odasında iman hakikatlerini ders veriyor. Dünya savaşı olmuş bitmiş. Ne soruyor, ne de merak etmekte.. "Şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım" olmuş duası.. "Zaman iman kurtarma zamanıdır" demiş. Gözü yok siyasette. Diyor : "Savaşında siyasetinde bir kuaralı var. Düşmanım ne dediyse onun aksi doğrudur. Bense iman kurtarmaya azmettim. Düşmanlığa vaktim yok. Yaydığım Kur'an nurudur.."
Bediüzzaman bir hakîm adam.. Yazdığında hakîm, konuştuğunda hakîm, yaşadığında hakîmdi.. Alem hâkim, o hakîmdi. Hakîmliğinde hâkimliğe meyl etmedi.
Mahpus damında zehirlenmiş bir Said. Ölüm etrafında kol geziyor. O hâlâ davasının peşinde.
“Ölseydim, kurtulurdum; yaşadım, milyonların imanı kurltuldu!” diye şükrediyor. Değil haklarının peşinde. Dudaklarında hayatına kasdedenler için mırıldandığı dua...
“Allah'a havale ediyorum” dan ibaret bildiği tek beddua..
Feryad ediyor "Fânîyim, fânî olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahmân'a teslim eyledim. Gayrı istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcûdâtı umumen isterim"
Bediüzzaman, zamanı güzelleştiren adam. Van'da bir mağaraya çekildiğinde insanların arasına itmişti onu kader.. Bölük bir mezarın içine hapsolunur mu böyle bir değer..? Kazıp çıkardılar nurlu cesedini. Gönüller oldu ona ebedi makber.. Biliyordu bir mezar taşı olmayacağını ki. Yıllar önceden kazıdı ona mezar taşı olacak kafalarımıza kitabesini. “Yıkılmış bir mezarım ki yığmışlar içine Said'in ömrünün günahkar elemlerle dolu her senesini. Sonuncusu olmuştur o mezara bir mezar taşı. Beraber ağlıyorlar alem-i İslam'ın hüsranına. Mezar taşım ile birlikte ah u enin ederek gidiyorum yarınımın mahşer meydanına. Yakinen biliyorum ki geleceğin dünyası ve bütün bir Asya kıtası birlikte olacaklar İslam'ın nurlu eline teslim. Ve gülşene dönücek İslam dünyası...”
Bediüzzaman zamanın ötesine seslenen adam.. Horhor medresesine giden herkes duyuyor sesini. Duyarız da vazife olmaz mı üzerimize yerine getirmek o dava erinin son vasiyetnamesini.
“Ey benden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş sessizce nurun sözünü dinleyen ve gaybi bir nazarla bizi temaşa eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yusuflar, Ahmedler... Sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız.. “Sadakte-doğru söyledin” deyiniz. Böyle demek sizlere borç olsun. Şu muassırlarım varsın beni dinlemesinler. Tarih denen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgraf ile sizin için konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açıcaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz; mazi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit mezarımıza uğrayınız. O bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız. Kapıcıya tembih edeceğiz. Bizi çağırınız. Mezarımızdan “henien leküm-helal olsun size” sesini işiticeksiniz...”
İşte sana geldik ey koca üstad! Bir demet gülle geldik sana...
Senin ektiğin nur tohumları nice çiçekler bitirdiler. Hani Hafız Ali senin için ve senin namına öldü demiştin. İşte sana senin için ve senin namına yaşayan binler muhafız Ali'ler getirdik. Hani sen kendine “ebu laşey” demiştin, olmayan şeyin babası.. İşte sana davan yolunda kendini hiçleyen evlatlar getirdik. Hani sen Beyazıt Camii'nde hayali bir münazarada Kur'anın hakikatlerini şeytana dahi kabul ettirmiştin. İşte sana bu münazarayı üniversite koridorlarına taşıyan Hamzalar, Osmanlar, Tahirler getirdik. Hani sen “İslam davası için bir Said değil bin Said feda olsun” demiştin. İşte sana dinleri için dünyalarını hiçe sayan binlerle Saidler getirdik.
Hani sen “Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür seda İslam'ın sedası olacaktır!” demiştin. İşte sana bu sedayı gür sesleriyle haykıran yiğitler getirdik. Hani bizden bir “sadakte-doğru söyedin” ifadesini duymak istemiştin. İşte sana varlıklarıyla doğru söylediğini haykıran gençler getirdik.
Mazinin derin derelerinde yaşadığı halde adı istikbalin yüksek kulelerine yazılacak olan koca üstad. Bu bize düşmez ama sana bir de geleceğin ufuklarından selam getirdik. Şu Horhor medresesinde duyduğumuz “henien leküm” sadana cevaben senin ektiğin nur tohumlarının açtığı çiçekleri koklayan geleceğin evlatlarının sana seslenişini duyar gibi oluyoruz.
Onlarla birlikte bizler de sana Henien leke, ey zamanı güzelleştiren Üstad! diyoruz. Helal olsun sana, helal olsun sana!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder