Şimdi Sana Dönmek Var Sevgili
Ama artık gücüm yok yalanları arkama alıp yola çıkmaya..
Yalandan kurduğum mutluluklarıma gerçeklerin esip savurmasına,
En sağır halinde bağırmaya,
Sana laf anlatmaya gücüm yok..
Yeniden sana kanmaya ,
Aklımı kalbime satmaya,
İhanetine seyirci kalmaya sabrım yok ..
Mavallarla yıkıp giderken kalbimdeki cumhuriyeti,
Issız bırakırken bu şehri ve ben tek başıma ağlarken,
Bunca zaman sonra bana söyleyebilecek en ufak bi özrün yok ..
Asılı bıraktığın soru işaretlerinin ardında kaybettirirken izini,
Ben bitirmeye çalışırken bende ki seni,
Dudaklarına vurduğun kilitleri şimdi açmaya niyetim yok..
Şimdi sana dönmek var sevgili..
Kalbimin en derin yerinde neşter gibisin
Adın geçtikçe hareket ediyor yaralıyorsun en saglam yerlerimi..
Nasıl da kanatıyorsun bilmeden ..
İzin kalıyor gectigin her hücremde.
Gidisinle açtığın yaraları dönüşün kapatmaya yetmiyor.
Anladım..
Artık sen bile merhem olamıyorsun açtıgın yaralarıma..
Simdi sana dönmek var sevgili..
Aklımın en hatırlanası yerindesin aslında..
Herşey seni anımsatıyor istemeden,
Herşeyin adı sen sanki.
Ben..
Ben gözbebeklerinde kendimi görmeyi özledim sevgilim..
Merak ettim hiç geldim mi aklına geceleri ?
Göz kapaklarının ardında gizli miydi suretim ?
İçin rahat uyudun mu benim yastığım ıslakken ?
Sen hiç , kendini bi hiç olarak gördün mü bensizken ?
Çaresiz kaldın mı benim kadar?
Sevmeden sevildin mi?
Sığındın mı bi insana tereddütsüz, inanabildin mi?
Sen hiç tanımadan çıktığın bi yolda, en ıssız sokağında tek bırakıldın mı?
Bulanık sularda duru bi yüz aradın mı ?
(...)
Şimdi sana dönmek var sevgili
Ama onca yitirilenin ardından,
Parçaları kaybolmuş bi puzzle'ı tamamlamak kadar zor artık bir araya gelmemiz. .
Gidişinin ardında öyle bi yorgunluk bıraktın ki yıllarca uyusam geçmeyecek bilirm.
Bilirim sensiz doğacak güneşler ..
Sessiz batacak. Sensiz bitecek günler ve ben yokluğuna sığınacağım bu kez.
O bırakmayacak beni.. Senin gibi.
Şimdi sana dönmek var sevgili..
Ama siyahlığına alışmışken karanlık gecelerimin,
Şimdi güneşim olmana hazır değilim.
Gecesi erken gelen gündüzlere razı değilim..
Kırıklarla yaşamaya alışmışken
Tekrar tuzla buz olmaya takatli değilim..
Şimdi sana dönmek var sevgili..
Ama üzgünüm..
Çünkü sana dönmek demek ,
Kendime ihanet etmek demek bilirim..
Farid Farjad-Golha
Dört Elif Miktarı Uzayan Sevgiler Gibi
Baş harflerini hatta adını nasıl unutursa insan,
unuttum seni yazabilmek için adımın baş haflerini.
Ne zaman birine korkuyorum desem,
seni istiyorumdur Türkçe si.
Nerden bilirdim arayanın aranan olduğunu.
Yamacına ilişmiş yaşamların sıradanlığı içinde,
nasıl unutur insan adının baş harflerini.?
Seni…
Beni sevda yerimden vurdu bu suç,
bıçaklar gibi hayatı…
Neyin siparişi verildi ki hayatta.
Kavim göçlerinden bu yana
hangi aşkın müsveddesi yumaklanıp atılmış.
Dört elif miktarı bile uzayamamış.
Kaç nisan yağmuru kaç güz kaç bahar.
Kaç aşk.
Kaç dekolte duygu.
Kaç yalan.
Vermeye inatçı yanının güvertesinde
kaybetmiş kendisini bu elif sevda.
Yumaklanmış.
Bir önsöz bu unutmak,
bütün bir hayat kitabında.
Güftesi yazılmış bestesiz şarkı.
Ve ne istediğini bilmemek
bir savaş sonrası hezimetlerinin arasında.
Varlığın mı yokluğun mu acısı daha bir deler adamı..
Neye sevindiğini bilmemek midir,
kazanılmış savaştan arta kalan ölüleri saymak..
Yeşiline, alına, moruna, mavisine,
sahip çıkılmamış bir yetim saklı şimdi…
Tuzu alınmış denizlerinin…
Bu binanın bütün katları senden yapıldı..
Yıkmadan önce,
enkaz kaldırılmadan nasıl unutur insan adının baş harflerini.
Ne zaman birine korkuyorum desem,
seni istiyorumdur Türkçe si..
nerden bilirdim arayanın aranan olduğunu…
Baş harflerini hatta adını nasıl unutursa insan,
unuttum seni yazabilmek için adımın baş haflerini.
Dört elif miktarı uzayan sevgiler gibi…
Başörtüsü

Ne demekmiş
“Yasak! ”
İşiniz mi kalmadı
Yapacak?
Ne diye karışırsınız
Saçımıza-başımıza,
Bizi oyuncağınız mı sandınız
Bakıp yaşımıza?
Sebebini anlatamayacağınız
Çocukça bir devrin hevesinden
Karşınızdaki en güzel portreleri
Mahrum ettiniz çerçevesinden!
Kim demiş, ki:
“Başörtüsüydü o! ”
Başımızın -renk renk-
Süsüydü o!
Altında saçlarımız,
Arkadan, ne hoş sarkardı;
Kimimizde -örgü örgü- sarmaşıklaşır...
Kimimizde, su olup akardı!
*
* *
Şu, bu nâmına “Yasak! ” demiş
Bulundunuz, tezelden;
Ne olurdu, anlasaydınız biraz da,
Güzellikten, güzelden!
*
* *
Siz, bizden değilsiniz,
Tanımıyoruz hiç birinizi,
Çekin başımızdan
Ellerinizi!
Bir gericilik tutturmuşsunuz;
Gericilik değil, Türk'ün köy modasıdır bu...
Üstelik, ninemizin başımızda
Taşıdığımız hatırasıdır bu!
Dediniz: “Çıkacak başınızdan
Başörtünüz! ”
Alın -öyleyse- onunla
Yüzünüzü örtünüz!
.
Arif Nihat Asya
Arşın Altında Bir Düğün
Ezelde âşık olmuşum sadece bir isme...
" Bu nasıl iştir ?! " demeyin...
Ben de bilmiyorum, ama oldu işte!..
Her an şaşılacak işler olmuyor mu yerde ve gökte?..
Bir ismin peşinde koştum durdum yıllarca ümitsizce...
Acaba kimdir, bilir miyim, yüzünü görür müyüm? diye...
Ansızın karşılaşıverdim O'nunla zamanın bir yerinde...
Yer ve gökte ararken Öz'de buldum,
Sen'de ararken Ben'de buldum derler ya,
İşte öylesine...
Meğer ne de güzelmiş OGül yüzün...
Ey benim nazlı yarim, sevda çiçeğim, aşk bahçem...
Öyle bakma! O bakışın bir hançer, canım Kudret elinde...
Ne yana dönsem, sadece Sen ! Yalnız Sen!
Mecnûnum, aşkından olmuşum bir divâne...
Bir varmış, Bir yokmuş, evvel zaman içinde, zaman hayal içinde
Hani o vakitler çağırmıştın beni, gönülden sessiz ve gizlice ?..
"Çiçeği dalından kim kopardı, seni BEN'den kim ayırdı?
Ben Gül'üm, sen bülbül, dön gel yine BEN'im ol!" diye...
Gelmez miyim Yâr, Belî ! elbette ! elbette !
İşte o gün bir yemin ettim ilâhi aşkımız üstüne...
Sözleştik OArşın altında BİR'leşmek üzere...
Vakit o vakit, bugün neş'e var, aşk var evimizde...
Düğün dernek kuruldu Gül bahçemizde...
Melekler koşuşuyor bir telaş, pür telaş içinde..
Bir o yana, bir bu yana, hepsi de delicesine...
En güzel ilâhiler söylenirken o yüksek burçlarımda...
Güneş, ay ve yıldızlar raks eder semalarımda...
Bir bir çıkarıp attım o eski elbiselerimi de...
Kuğular gibiyim bembeyaz gelinliğimle...
İnciler taktılar sırma saçımın örgüsüne,
Sürmeler çektiler gözümün kısırdöngüsüne,
Gül suları serptiler aşkınla yanan şu zavallı göğsüme,
Hûriler kan kırmızı bir şerbet verdiler elime,
Taze gül yaprakları da dökülmüş üstüne...
Mikâil tatlı bir meltem estiriyor başımda yine...
Cebrâil hayretten secde etmiş, çok şaşkın bu işe,
Ömründe hiç böyle aşk görmemiş mi ne?!..
İşte duyuyorum defler çalınıyor bir yerlerde,
Sevdiğim sesleniyor, ''BirAN'da, ansızın geliver! '' diye...
Ne duruyorsun İsrâfil, artık şu Sûr'a üfle!
Varsın kıyamet kopsun külliyen alemde, bundan kime ne?
Aşk ileBİR olacağız, kâinat duysun ezelden ebede...
İşiten, gören, bilen herkes dâvetli bu düğüne...
Selâmu aleykum Azrail !
Çok sevindim seni gördüğüme...
Hazırım, gidelim...
Örtün artık şu duvağı yüzüme!
Bir Göz Oda
Göz göze oturmak vardı
Bir göz odada.
Belki,
Küçük bir dünya olurdu
Ama huzur olurdu
İnsanın içinde.
Bu hayat keşmekeşinden uzak
Küçük mutlulukları çoğaltarak...
Sebepsiz Sevmektir Aşk
Sebepsiz sevmektir aşk,
nedeni olmadan bağlanmak birine.
Gözlerine baktığında erimektir içten içe,......
Ellerini tuttuğunda titremektir tüm benliğinle.
Hatta sarılamamaktır utançtan,
Çünkü utanmaktır sevmek aslında,
Sevmek nedir aslen?
Ölmek mi uğruna?
Yaşamak mı onunla?
Sevmek mi ömür boyunca?
yoksa ayrılmak mı gerekince?
Nedir insanı başkasına bağlayan?
Güzelliğimi?
bilmez kimse bu soruların cevabını..
Kimi sever güzelini,
Kimi sever özelini...
Can Yücel
Cariyenin Aşki
“Derdi olan neylesin?”
Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar:
“Derdi neyse söylesin.”
Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler:
“Korkuyorsa neylesin?”
Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar:
“Hiç korkmasın söylesin.”
Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durur. Yavuz Selim Han "Buyurunuz, sizi dinliyorum" deyince, cariye tüm cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: "Efendim...” der. “Cariyeniz... Size..." ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalır. Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der:
“GERÇEK AŞKI ŞU CARİYEDEN ÖĞRENİN. ZİRA ÂŞIK, MÂŞUKUNUN YOLUNDA OLUR VE O YOLDA ÖLÜR.”
Sana Sesleniyorum Ötelerden
sana sesleniyorum ötelerden.
Aczime bakma, çehreni asma,
çevirme gül cemalini bu mücrim yüzden.
Bakma, yüzsüzlüğüm deli cesaretimden,
Sen, alemlere rahmetsin mahrum etme cemâlinden.
Efendim,
sana sesleniyorum ötelerden.
Bırak, yanında kıtmîrin olayım.
Başka bir hünerim yok fânî dünyada
bırakma beni, ak kor oldum yangınlarımda.
Gözyaşlarım söndürmez alevimi biliyorum,
hangi günahımı itiraf edeyim, hangi birini!
Hangisini setreyleysem acaba, hangilerini!
Eller, gözler, yerler ve gökler şâhit,
deliller ortada ayan beyân, suçum zâhir.
O kadar çok ki, mücrim bile denmez bana
ama ümitsiz de değilim, ümidim senden.
Bakma bana, itirafım deli cesaretimden
Sen, alemlere rahmetsin mahrum etme merhametinden.
Efendim,
sana sesleniyorum ötelerden.
Ne dünyaya teşrifini gördü, bu gözler
ne de emanetini en Emîne teslim edişini.
Yâ veyl! bu gözler ki kavruldu nâr-ı haramdan
temâşası hep zilletti her nazarı zillet-i hevâdan.
Oysa ne hicranlı günler gördü o mübarek gözlerin
ne yaşlar döktü bize "ümmetî, ümmetî" diye.
Biz sana layık olamadık, Efendim!
Emanetine sahip çıkamadık hiç!
Yırttık pervasızca ahd-i fermanını,
kaldırdık gönüllerden, o yüce Kitâbını.
Takıldık, tökezledik, düştük sekr-i dünyadan,
ağlanacak halimize hep güldük Efendim.
Güzel sözler boş sözler oldu, zaman başka zamandı
binlerce asır geçmişti üstünden, terakki hayaldi.
Ne olur, aczimi affet, şikayetim yalnız kendimden
dedim ya bakma, haykırışım deli cesaretimden
Sen, alemlere rahmetsin mahrum etme şefkatinden.
Efendim,
sana sesleniyorum ötelerden.
Kaybettik içimizdeki o çocuk masumluğunu.
Tilkilik, kurnazca ruhumuzda geceledi hep.
Uludu, iyiliği paramparça eden seyyiât
Sen taşlara, darblara, sövgülere lâyık görüldün.
Bize ise miras kaldı şatafatlı, rahat bir hayat.
Anneler yine gebeydi, salih evlatlar yok oldu.
Nice firavunlar, ebu cehiller, nemrutlar doğdu.
Kendi elimizle, kendimizi ateşlere attık.
Yanıyoruz, yetiş, tut elimizden, yok olduk!
ah pişmanlık, ah cahillik, ah yok olası feryât!
Sâhi, sâhi değildi, miydi avuntu muydu heyhât?
Savınca musibeti Yaradan, nisyân ile kavrulduk.
Beşeriz, şaşarız bırakma ellerimizi tut yeniden.
Bize bakma serkeşliğimiz deli cesaretimizden
Sen, alemlere rahmetsin mahrum etme muhabbetinden.
Efendim,
sana sesleniyorum ötelerden.
Seni bize güzel anlattılar hep.
Güzellik bile haya edermiş yanında.
Yalan, ihanet, kibir yanına uğramazmış hiç.
Muhammedü'l Emin diye seslenilirmiş sana.
Bir güzel ravzada, güllerin Efendisiymişsin
Ebubekir, Ömer, Osman ve Alilerin varmış değil mi?
Biliyorduk, duyuyorduk, uymuyorduk, uyuyorduk.
İşimize gelmiyordu çünkü; işimiz gidiyordu elimizden.
Siz tek tek açmıştınız, en güzel bahçelerde.
Biz tek tek soldurduk, kaldık kupkuru çöllerde.
Tüm güzellikleri çarçur ettik, tel tel döküldük
Tül tül alevlenen uhuvveti, şakağından vurduk.
Köhneliğine tutulduk müzeyyen hayatın, vurulduk.
Oysa hepsi bir amel-i şeytanmış, çok geç uyandık.
Tutunacak dalımız yok derken, seni gördük Efendim.
Alır mısın yanına, basar mısın bağrına yeniden?
Bakma bize, yaptıklarımız deli cesaretimizden
Sen, alemlere rahmetsin mahrum etme kendinden.
Kınasın Dünya
Kınasın dünya halkları..
Barış,uzlaşma formülleri arasın insanlar..
Hümanizm çığlıkları atsın,
Bir yerlerde entel uşaklar.
Yeni dünya düzenleri planlasın emperyalistler.
Geyik muhabbetiyle geçirsin ömrünü aydınlar.
Kılı kırk yarsın bakalım hukukçular.
Desinler ne diyeceklerse..
A yı, B yi öğretsin öğretmenler,
Körpe beyinlere.
A deyince at, B deyince bıyık,
Hatırlatılsın bakalım yavrulara.
Terziler kravat diksin,
Frak diksin, tuvalet diksin baylara,
Bayanlara, balolar için, partiler için.
Berber fön çeksin, kuaför meç yapsın,
Perma yapsın saçlara..
Tv.de gece keyfi sunsun medya,
Benliği çalınan kitlelerin ağız suyuna.
Kuyrukta bekletilsin emekliler, emekliliği boyunca
Bürokratlar, başsağlığı dilekleri yetiştirsin,
Grizulara kurban giden işçilerin ardından.
Komaya girsin sarhoşlar, ayyaşlar..
Macit, oynaşını gezdirsin,
Banka kredisiyle aldığı mercedesle.
Fİgen, kanişini beslesin,
Avrupa patentli it yağıyla.
Genelevler dolup taşsın..
Fahişelerden alınan vergilerle,
Yollar köprüler, barajlar yapılsın,
İmamların maaşları ödensin
Öyle mi?…
Kınasın dünya milletleri..
Mekik dokusun arabulucular..
Hoşgörüsünü esirgesin medeni hükümetler..
Sosyal demokrat teorisyenler.
Varolsun vesaire güruh.
İnsalcıllıktan dem vursun,
Köy enstitüsü kılıklı, demokrat zevat.
Sanat söylemleri versin, kıçı kırık teresler.
Rüşvet alsın kodamanlar,
Futbolcu, transfer hayalleri kursun,
Milyar kapısından.
Darbe hevesleri beslesin kursaklarında,
Fanatik laikçiler…
Öyle mi?…
Kınasın papa..
Kınasın vatikan kilisesi..
Ortodoks ruhani lider, başhaham durmasın.
Lemalar tekzib etsin ne yazar?
Nota göndersin bilmem hangi devletin cumhur reisi.
Meclislerde, bütçe müzakereleri tartışıladursun hararetle.
Enflasyon alsın yürüsün.
Emisyon hacmi görüşülsün komisyonlarda.
Kapalı kapılar ardında pay edilsin milli araziler.
Afrikalı aç çocuklar için toplanan yardım malzemeleri,
Talan edilsin.
Hiç edilsin emek, haram helal gözetmeden,
Masa başlarında.
Yoksulun yiyeceği alınsın elinden,
Çöp bidonlarını yalasın,
Açlıktan nefesi kokanlar.
Amerikan bayraklı blue jeanlar giysin yeni yetmeler
Ateriyle oyalansın,
Kenar mahallenin sümüklü çocukları
Öyle mi?…
Kınasın dünya..
Kınasın hicaz müftüsü..
Conileri çağırsın, bir milyar müslümanın,
Kıblegahını korumaya..
Sazlı sözlü petro-dolar alemler yapılsın,
Kutsal topraklar üzerinde..
Esirgesin şeyhler kuruşlarını
Hayır için..
Fetva üretsin, nabız şerbeti niyetine,
Fetva makamları.
Sultanların gölgesinde gölgelensin.
Hurma yemenin kırk bin faziletini,
Kırk bin ciltlik kitaplarda anlatsın,
Şerhini düşsün icabında
Öyle mi?…
Kardeşlerimin tekbir nidaları,
Bayıltırken fesleğenleri..
Başını döndürürken zirvelerin,
Eritirken granit kayaların yüreğini,
Öyle mi?..
Kardeşlerim tahin ekmeğini bölerken 14 e
Ayın 14 üne yakalanırken dağlarda,
14 lülerle taranırken vahşice,
Daha 14 ünde vurulurken..
Öyle mi?…
Kurşun ağırlığını omuzlarında taşırken
Kul olmanın..
Tevhidi bir hayat arzusu kavururken içlerini,
Sızım sızım,
Barut ve kanla örerken, hayat dantelasını
Öyle mi?…
Devlet başkanının alnı,
Secdeye değiyormuş bir ülkenin.
Bana ne!
Kardeşlerim gömülürken topluca mezara,
Ölümün,işkencenin envai çeşitleri
Uğruyorken can evlerine,
Faiz oranları düşüyormuş başka bir ülkede,
Bana ne!
Kardeşlerim, çocuklarını yetim,
Eşlerini dul bırakıp,
Dağlarda bir kavgaya tutuşuyorken ölümüne,
Bir ülkede artık esanslar alkolsüz üretiliyormuş..
Kime ne!
Yetimler, öksüzler, dullar,
Şehit anaları, şehit babaları,
“inna lillah ve inna ileyhi raciun”
Hükmüne razı olurken.
Rızk endişesini, ellerinin tersiyle kenara itmiş,
Onca yoksulluğa rağmen.
Şeker bayramları hararetle kutlanıyormuş ,
Bir ülkede hala.
Kime ne!
İyi anlat kardeşim…
İyi anlat ölmediğini, ölmediğimizi…
İyi anlat ölümün pahasını,
Kavgaysa kavga, dövüşse dövüş,
Savaşsa savaş!!
Kardeşim…
Canım canına can olsun,
Kanımı kanın say.
Elerimde elin olsa ahh…
Birde seninle gecelesem dağlarda,
Seninle vuruşsam yan yana…
Vurulsam…
Oraya, oracığa gömseler beni,
Yanına, yanıbaşına…
Kırmızı laleler filizlense toprağımda
Nazlı nazlı.
Kıyamete kadar, şehit şehit koksam,
Şehit şehit tütsem…
Ben bir şehit oğluyum dese oğlum…
ve…
Alnımdan öpse melekler…
…
Beni Sensiz Bırakma
Seninle konuşurken, gözlerine bakarken, hatta sen yanımda yokken, seni düşündüğümde bile gürül gürül bir ırmak akıyor yüreğimden.
Her damlasında mutluluk ve heyecan taşıyan bir ırmak bu.Su yalan dünyada ölüm kadar gerçeksin benim için.
Yaşamak kadar tutkulu. Pılımı pırtımı toplayıp acılardan, gideceğim tek adressin. Sen benim dönüşü olmayan yolumsun.Seni tanıdığımdan beri, tebessüm etmekle, içtenlikle gülmek arasındaki farkı anladım.Sen benim dudağımdaki gülücüksün.Gelmiş ve gelecek tüm sıkıntılara, dertlere attığım kahkahasın.
İkinci baharı yaşıyorum diyemem.
Çünkü sen ilkbaharsın. Geç kalmış ilkbaharımsın. Senden önce sadece karakışlar vardı ömrümde. Kaybetmekten korktuğum tek hazinesin. Saklı kalmış mutluluğumsun.
Eğer günün birinde beni istemezsen, sana gitme diyemem. Ama sunu bilmeni isterim bebeğim, giderken, özümü de beraberinde götüreceksin.Ruhundan arınmış bir beden bırakacaksın ardında.
Sözlerimde hiçbir abartı yok sevdiğim. Sadece eksik var. Senin yüreğime yazdıklarının yanında, benim yazdıklarım hiçbir şey. Evet, sana hiçbir şey yazıyorum bu mektubumda. Oysa ki seni anlatmaya niyetlenmiştim.
"Duygularımız sözcüklerin ötesindedir. Utanmalıyız şiirlerimizden" demiş Nizar Kabbani. Belki de utanmalıyım yazdıklarımdan, seni anlatamadığım için.
Seni çok seviyorum.
Beni sensiz bırakma...
Ya Ali(ra) Beni Seviyormusun..¿
Ya Ali Allah'ı seviyormusun?
Evet Ya resullah
Peki beni seviyormusun?
Evet Ya resullah
Peki eşini seviyormusun?
Evet Ya resullah
Peki çocuklarını ?
Evet Ya resullah
Peki bunların hepsini bir kalbte nasıl yapıyorsun ?
Hz Ali beklemediği bu soru karşısında şasırmış ve cevap verememişti. Bunu düşünmem gerek diyerek oradan ayrilmişti. Hz.Ali düşünceli bir şekilde dolaşirken eşi Hz.Fatima düşünceli olduğunu fark ederek sorar.
Nedir bu halin ya Ali? der Eger bu düşünceliğin dunyevi kaygılardan dolayi ise sana yakişmaz bırak gitsin. Yok bu halin Rahman'i kaygılardan dolayi ise anlat birlikte cözüm bulmaya çalışalım" der.
Hz. Ali, efendimize geçen konuşmayı birbir Hz. Fatimayi anlatır.Hz.Fatima durumu öğrenince tebessüm eder.
Hz Aliye derki;
"Ya Ali babama git ve de ki;
"Kişi Allah'ı aklıyla ve ruhuyla sever,
Peygamberimizi kalbiyle sever,
Eşini nefsiyle sever,
Çocuklarini sefkatiyle sever."
Hz. Ali aldiği bu cevap karşısında memnun olur ve Efendimizin yanına gelir. Hz.Fatima'dan öğrendiklerini Efendimize anlatir. Efendimiz cevabini alinca tebessüm eder. Ve der ki;
"Ya Ali bu bana getirdigin gül, nubuvet agacindan koparilmıştır."
Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
Victor Hugo
Sonsuzluk-Sen
Atsam adımımı
Sana geçecek ruhum..
Konuşsam…
sözcüklerim Sen olacak
Sussam
Suskunluğum..
Her yol sana çıkacak..
gitsem..
Kalsam..
yine Sen..
Açıyorum
kalemimin ucunu…
yazdığım bir şey yokken, henüz
bitiyor ucu,
düşünürken Seni..
O kadar çoğalıyorsun içimde
o kadar çok yazılıyorsun,
zihnimde..
Beyaz bir kağıda çizilen
mavi bir düş oluyorsun
Pembeye doyuyorum
Seni düşününce...
Uçuk bir renge boyanıyor
ellerim sonra
Belki bir müzik,
sessizlikte..
Bir nefes uzağımdasın sanki..
Tutsam nefesimi
Sana geçecek yaşamım
Bıraksam
Sen olacak hayat
Ve biliyorum ki,
Her yol
yine
Sana çıkacak
Bir adımla
Bir nefesle
Sonsuzluk,
Sen olacak
Ben Sokak Çocuğuyum
açmışım gözlerimi
sahipsiz
rüzgar sarmış kundağımı
yağmurla beslenmişim
adımı insanlar koymuş
benden habersiz
benimsemişim
serseri derler, hırsız derler
.... derler, anlamam da
alınmam da
hiç fiyakalı dolaşmadım sokaklarda
marka satmadım
gökyüzü yorganım oldu hep
dirseğim yastık
alışkınım; kara, yağmura, soğuğa
üşümem
sıcak dokunur bana
özlemem, hiç tanımadığım hisleri
istemem varlığını bilmediğim şeyleri
kıskanmam hiç kimseyi
özenmem
halbuki bilmez kimse
kendilerinden şanslı olduğumu
daha özgür
ve daha zengin
şu deniz herkesten çok benimdir
arkasındaki orman da
bütün sokaklar benimdir herkesten çok
her simitçi biraz bana çalışır
aslında her çocuktan daha çocuğum
canım hiç sıkılmaz buralarda
en sevdiğim oyundur
köşe kapmaca
yalnız da değilimdir
yüzlerce kardeşim var
benim gibi, bana benzer
kimse ayırt edemez bizi
birbirimizden
geceleri toplanmaya başlarız
el ayak çekildikten sonra
konuşuruz, güleriz, dertleşiriz
biraz farklı olsa da
herkes kadar biz de umut besleriz
hayallerimiz de vardır
ayın dolaştığı yerlerde
herkes kadar okumuşluğum da vardır
her tip insandan bir harf öğrendim
insanları en iyi ben tanırım
okuldan, öğretmenden anlamam ama
bu sokakların mektebini bitirdim
bana lazım olanı öğrendim
herkes kadar insanım da galiba
herkes kadar ben de bazen ağlarım
kafam da var, kalbim de
severim de, düşünürüm de
yalnız ben sokak çocuğuyum
sokaklarda yaşamak tek suçum
bir gün ben de gideceğim buralardan
herkes gibi
yalnız biraz sessizce
kimseler anlamadan
cenazem omuzlar üzerinde gitmeyecek
belki
belediye kaldıracak gürültüsüzce
ağlayanlar olmayacak başucumda
bir hayırsever uğramazsa geçerken
mezarım da çorak kalacak sonunda
benim gibi
içimizden kimin gittiği
fark edilmeden
biri alacaktır yerimi
vakit geçmeden
evet, ben sokak çocuğuyum
bu sokaklarda ne ilk
ne de sonuncuyum
Reşide Sarıkavak
Gençliğin Sırrı
Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış ‘bu gençliğin sırrı nedir’ diye.
Ama Sorular sık , soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki.
Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca herkese.
Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine.
–“Bu davette size sırrımı açıklayacağım” demiş. Herkes merakla davete gelmiş.
Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş.
Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş.
Herkes konu ne zaman açılacak diye merek ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş: –”Hatun, şu kilerden bir karpuz getirir misin bize sana zahmet!..”
Hanım kilere kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş.
Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da:
–” Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka getirir misin bir zahmet” demiş.
Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş. Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş.
–“ Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin “ demiş, başka istemiş.
Bu böylece üç dört sefer daha tekrarlamış. Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş.
Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş.
– Eeee arkadaşlar iste benim gençliğin sırrı burada anladınız mı ?
Herkes birbirinin yüzüne bakmış. Kimse bişey anlamamış..
–Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!
Dedecik gülmüş.
–”Efendiler” demiş “O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti.
Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu.
Bir kere bile “aman be adam , deli misin nesin şu tek karpuzu ne taşıttırıyorsun bana defalarca..” demedi.
Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İşte ben bütün gençliğimi bu hanımıma borçluyum.
Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor duruma düşürmeyiz.
Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz.
Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız.
İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız .
Savaşın Mağlup Kıraliçesi
Eylüldü…
Sen gittin….Okullar açıldı gittiğinin ertesi günü..Eylül yaprakları düştü yollara…Bomboş şehri dolduran varlığın silinip gidince,çocukların ayak sesleri kaldı kaldırımda..Eylül ayı,yazdan geçiştir,son bahara….bazı akşamlar üşüdüm,seni örttüm ruhuma…sen benim yamalı düşlerimin sihirli anahtarıydın…Bir kışa dayanamadı bu sevda…Kar beyaz düşmedi toprağa….ama üşüdüm,,,sensizken bu eylül ayında….başlamıştı sanrılarım ruhumda..
Ekim;
Ilık rüzgarlar düşürüyor bu mevsimde…Şehir tüm rengini değiştirmiş…Yüzüne hasret kaldığıma,acımın boyutu dayanılmaz…Eve gidemiyorum…Bizimkiler görsün istemiyorum gözlerimi…..yatağım tek sığınağım,iş yerinde ağlıyorum sürekli …telefonum yastığımın üstünde,gizli numaraları sana yorumluyorum..mutlu oluyorum Şehir şahit,ekim de….
Kasım…
Kasım yağmurları başladı…Bu ay senin ayın….Yeni bir yaşı ağırlıyorsun…saçlarındaki akların sayısı mı artıyor yoksa…Yoksa zaman acımazsızca vuruyor mu çizgilerini ruhuna…Sesini özlediğim,çocuk adam…içim acıyor…iyi ki doğdun diyemediğim için…Sözlerim dağılıyor her gece şiirlere….Gitarım hiç ayrılmıyor başucumdan….dokunamıyorum tellerine..
Aralık….
Yeni yılım merhaba….Sen misin gelen beyaz pamuk,şehrimin yatağına…dondurucu soğuk….krizlerim devam ediyor hala….üşüyorum..üşüyorum….üşüyorum…..hava kurşuni,yalnızlığım siyaha çalmış…Konuşmuyorum,görmüyorum,duymuyorum hiç bişeyi…
Kapılarımı açmış gelen gideni seyrediyorum..Ben vazgeçmişim kendimden,vazgeçilişlerimi izliyorum..Tepkisizim…Ne yapıyorsun?nasılsın hiç haberim yok…Şehirde insan telaşı,bana çarpmıyor bu akan kalabalık…Ben hala dağınığım …sen topladın mı kırıklıklarını_??
Ocak…..
Okullar tatile girdi….Birileri hayatıma girmeye devam ediyor…ruhumu okşamaya…tenime dokunmaya…bu beni daha çok yaralıyor…değen eller acıtıyor ve kanatıyor…. Hoyratça ziyan ediliyorum..Umurum da değil inan…Çünkü bu acı senin acın kadar hırpalamıyor..Doyan bedenler çekip gidiyor…daha bir mutsuzum,daha bir vazgeçmiş kendinden…Şehir duruldu…Sokaklarda iş güç telaşına koşan insanlar dışında kimsecikler yok….Kendime yollara vuruyorum,ayaz bulaşıyor,elime yüzüme…
Şubat….
Sevgililer günün kutlu olsun Çocuk kalpli büyük adam…Hayatımda hiç 14 şubat kutlamadım…Bana yolladığın bileklik elimde,terlemiş avucum içinde….Bugün ilk kez söyledim şarkımızı,ilk kez çaldım gitarımı…Canımdaki yaralar hala kapanmadı…
Mart….
Şehrim uyanıyor kış uykusundan…hala ısınmak için yakıyoruz doğalgazı…hala soğuk buralar…Bugün,elindeki gelecek hayaliyle kapımı çaldı,bir adam…elimi aldı eline..senin sözlerini söyledi yüzüme..Kaçmak istedim,yapamadım…O konuştukça daha çok acıdı canım…eve geldim oturup ağladım..ağladım…sonra şarkımız başladı bir radyoda…ben daha çok ağladım…bir mesaj attım o adama….—üzgünüm,kalbim geçmişte kalan bir aşkta—incindi biliyorum….ben daha çok incindim..
Nisan…..
Güzel havalar akın ediyor şehrim üstüne..8 ayı devirdim tek başıma,sensizlikte….Hala bir haber yok…hala suskunluğunu koruyorsun…Ben biraz daha iyi gibiyim..acaba kendimi mi kandırıyorum….?? Yoksa bu sessizlik bir bozgun öncesi mi??
Mayıs…
Çoluk çocuk herkes sokaklarda..Çiçekler rengini almış bahardan…..Ben hala mutsuzum..
Haziran…
bugün senin doğum günün iyiki doğdun...
Temmuz….
....ay yakamoz düşürmüş,denize…dalgalar dillerine doladıkları şarkıyı söylemekte…ben duyuyorum onları, başkaları hiç duymasa da…Sonra bir cümlen takılıyor aklıma,mutlu oluyorum birkaç saniye…sonra düşler kuruyorum,biliyorum hepsi ütopya…
Ağustos…
Ruhum ihanet etmedi bu sevdaya….sadakatimi korudum...
Eylül….
İşte bir yıl….sensiz gecen kocaman bir yıl….Suçlamıyorum seni sevdiğim,ruhuma giyinmeyi özlediğim adam…şimdi içim acıtan kocaman bir sensizliğe bu isyan… İçime öyle bir girdin ki,ben dahil her şey yerle bir oldu..geçen yıl bu zamanlardı senle kurduğum bir hayat…elimde şimdi yalnızca külleri kaldı..kimse inanamıyor bu ayrılığa…ben inanamazken,hayattan bir mucize beklerken..söyle sevdiğim adam kimi neye inandırayım…İçimde biriktirdiğim senden arta kalanlarla yaşamaya çalışıyorum…Savaş diyorlar ya…savaşın mağlup kraliçesini oynuyorum.
Ben gerçek bir aşkın olgunluğuna
Erdim,ne yazık sen anlamıyordun...
Hayır cevabını dalgınlığına
Verdim,ne yazık sen anlamıyordun...
Karanlık kapladı gündüzlerimi,
Görseydin sensizlik krizlerimi!
Geceler boyunca bu gözlerimi
Yordum,ne yazık sen anlamıyordun...
Sağ salim çıkar mı bilmem yarına?
İncittin kalbimi yaktın nârına,
En yakın dostları senin uğruna
Kırdım,ne yazık sen anlamıyordun...
Sevginin kanaat ettim azına;
Çaresiz boynumu büktüm nazına,
Ben senin yüzünden aşk çıkmazına
Girdim,ne yazık sen anlamıyordun...
Aşkımı sorsaydın ağaca,kuşa;
Tutuldu derlerdi bir tek bakışa
Yeter anla diye başımı taşa
Vurdum,ne yazık sen anlamıyordun...
Şiirdim kalbine yaz beni diyen,
Resimdim aklına çiz beni diyen,
Gönlüne sığınmış çöz beni diyen
Sırdım,ne yazık sen anlamıyordun...
Çevir dim kendimi sabır yönüne,
Sonunda kavuştun leyla ününe,
Mecnunum aşkımı gözler önüne
Serdim,ne yazık sen anlamıyordun...
Seccadem
Yaradan’la buluşma anlarımda, buseler konduruyorsun anlıma. Şairin dediği gibi; “öp beni anlımdan, öp beni seccadem…” Dudakların dokunsun kalbime, ellerim değsin avuçlarına, benim vefalı yârim seccadem…
Gözpınarlarım sana aşina, gözlerim sana tutsak, gönlüm Hak katında, birkaç damla gözyaşım düşerken avuçlarına, rengarenk desenlerinin arasında kayboluyor ıslak duygularım, sırılsıklam hicranım…
Canım seccadem…
Burağımsın, mîracımın her vaktinde, anne kucağı gibi sararken yumuşacık tebessümün bütün azalarımı, seninle hakka varışın, Hakkın huzuruna duruşun, dupduru rahmetin ve huzurun yoğunluğunu yaşarken, senin şefkatli kucağına ve kollarına, hüzünlerimi ve kaygılarımı bırakıyorum. Seninle beraber olmak ne güzel, ne ulvi, seninle dostla buluşma ve kaybolma anlarımız…
Kucakla beni seccadem! Sarmala beni!.. Al götür nisbet kokulu ve gül rengi yarınlara!..
Ötelerden bir pencere aç seccadem!… Üfür buhurunu, tütsüler gönder canıma.
O rengarenk desenlerini anlıma işlerken, gönül gergefime doku ipliklerini, dokundur ruhuma yumuşacık tenini.
Seccadem; sen sadık bir dostsun biliyorum, seni ve sende namaz kılmayı çok seviyorum.
Bana şahadetlik eder misin mahşerde? … Bazen öylece kalakaldığım, rabbimle baş başa secde anlarımda, günahlarım için af dilerken, ne olur şahidim olur musun o zor günde…
Beni yalnız bırakma, bu köhne zamanlarda! Çok muzdaripim, yaralıyım… Çağır her dem yanına!.. Dostum, namazlığım, seccadem…
Acemi Yüreğim
Her güne bir başka uyanıyor acemi yüreğim.
Deniz, kokusuna küsmüş sanki.
Çünkü ne kadar söylenmesi gereken söz varsa susmuş.
Söz geçiremediğim deli taylarım var çünkü:
“Söze daha zaman var” diyor!
Oysa biliyorum ki, yaşam kendini yenileyerek yürüyor...
Yineleyerek değil!
Derin bir nefes alıyorum.
Sonra hangi dağın beni saklayacağı sorgulanıyor.
Çünkü suç işlemekten korkuyorum.
Hangi yasal aşk var yeryüzünde bilemiyorum.
Kendini yasallaştıramadığı için suç olmuş aşklar düşüyor aklıma...
İrkiliyorum.
Ardı sıra koşturan günler bir boşluk bende...
Böyle yaşamayı sevmiyorum.
Türküler dinliyorum gözlerimi boşluğa yatırıp.
Ama hiç biri de sensiz geçmiyor:
“Tam gemiler kaçtı derken, turnalar uçtu derken, sen çıkıp gelsen.”
Kaç bahar havalandı şu gönlüm bir bilsen, göçmen kuşları misali.
Sığınacak ne bir liman buldu, ne bir dal.
Ne zaman yan yana gelsek gözlerim kamaşıyor, yüreğim yerinden fırlayacak gibi oluyor gözlerinin o hesapsız duru bakışlarından.
Yasak olan ne kadar şey varsa hepsi birden yasallaşıveriyor.
Ama yine de suç işlemekten korkuyorum.
Düşünüyorum, düşünemiyorum.
Anlamı olmayan hiç bir şeyin ya da her şeyin ortasındayım işte!
Yürüyen insan kalabalıkları sanki içimi yırtarak geçiyor.
Susuyorum delice ama içimde fırtınalar kopuyor.
Beyaz bir güvercin yakaladığımı düşlüyorum... Var say ki öyle!
Sana gönderiyorum onu. Kanatlarına hasret yüklüyorum, yüreğine aşk.
Gözleri benim için bakacak sana, ona göre bak.
Aklıma düşürüyorum ayak izlerini.
Sonra oturup onları kumsala kopyalamaya çalışıyorum.
Beceremiyorum.
Sonra gözlerini, yüzünü. Beceremiyorum işte, beceremiyorum.
Çünkü suç işlemekten korkuyorum
Kendini yasallaştıramadığı için suç olmuş aşklar düşüyor aklıma.
İrkiliyorum...
Dedim ya; söz geçiremediğim deli taylarım var.
Sana doğru koşuyorlar...
Durduramıyorum!
Ben Seni Görmeden Sevdim
Yorgun gecelerde titreyen bir yanı yetim, bir yanı öksüz yüreğimle sevdim seni.
Ey gönül bahçemde büyüttüğüm Nazlı Çiçek...
Ey sevdamın adı, aşkın gerçek anlamı...
Bu hasret bu gurbet söyle, söyle ne zaman bitecek...
Ben Seni görmeden sevdim...
Yolunu gözledim bir Medine sabahı.
Ellerimde güller, güller ki kokunu aldığım...
Kokunu alıp yandığım, yanıp yanıp ağladığım...
Ben seni görmeden sevdim...
Gözlerini gözlerime değdir Efendim.
Ellerini ellerime...
Sevmeyi Senden öğrendim ilkin...
Sevilmesi gereken her şeyi Senden...
Şefkat seninle mânâ buldu.
Buz çöllerini Seninle aştım...
Ab-ı hayat sundun sıcak ikliminle...
Gözlerini gözlerime değdir...
Ellerini ellerime Efendim...
Ben Seni görmeden sevdim...
Bahar yüzlü insanlar bildim etrafında pervane...
Onlardan biri olmak istedim hep.
Her emrine amade...
Seninle yaşamak...
Seninle ölmek...
Seninle ağlamak...
Ve Seninle tebessüm etmek...
Aynı sofrayı Seninle paylaşmak istedim.
Ama en çok Seni, Seni görmek istedim.
Göremesem de,
Ben Seni görmeden sevdim...
Veysel Karani sabrıyla büyüttüm sevgimi...
Hüznü yoldaş ettim...
Kâh yeller gibi estim Yemen'de...
Kâh Mecnun gibi düştüm çöllere...
Bil ki, ölüm kapımı çalıp geldiğinde,
Ne zaman, nasıl, kimbilir nerede,
Ben Seni görmeden sevdim
Ben Seni görmeden sevdim...
Rüyalarım var Sana dair...
Özlemlerim var Sana...
Al yüreğim Senin olsun Sultan'ım...
Uyandır beni Aşk'a...
Ey Gül-i Vefa...
Ey Rahmet Sağanağı...
Yağmur yağmur, tane tane düştünde gönlüme,
Kurak topraklarım hayat buldu gelişinle...
Ben Leyla çölünde seraplar gördüm çok zaman...
Boş hülyalara daldım, kayboldum...
Su içtiğim pınarlara ateşler dokundu...
Ben aşkımın hicranını sırtımda taşıdım...
Ben Seni görmeden sevdim...
Seni görmeden seven milyonlarca sevdalı gibi...
En berrak duyguları besledim Sana...
En nadide hisleri...
Gel Efendim, al götür beni uzaklara...
Düşmeden gülün tuzaklara...
Gözlerimde yaş akar durur...
Bu ayrılık beni yakar vurur...
Gözlerini gözlerime değdir...
Ellerini ellerime Efendim...
Kalbimde Yaşayan Varlığın
Islaklığı kuruduğunda tuzu yakacak yaralarımı..
Evlilik Yemini
İki insanın ömür boyu birlikteliği hem zordur hem de hoştur. Zordur; çünkü insanın belirsizliği ve kolayca çerçeveye girmemesi, ilişkiyi bir maceraya dönüştürür.
Hoştur; çünkü her şeye rağmen insan kalbine mukabil bir kalbi bulmakla, neşelerini ve sevinçlerini çoğaltır, hüzünlerini ve kaygılarını azaltır. Bu zor ve hoş birlikteliğin başlangıcında iki insanın birbirlerine üstü kapalı söz verişleri vardır. Değişik kültürlerde, bu söz verişler, bir tür nikâh manifestosu, evlilik yemini ya da duası adıyla açık edilir. Örneğin, Apaçi Kızılderililerinin ‘evlilik yemini’ aynen şöyledir:
Artık yağmurda hiç ıslanmayacaksınız; çünkü her biriniz bir diğeriniz için sığınak olacaksınız. Artık hiç üşümeyeceksiniz; çünkü her biriniz bir diğeriniz için sıcaklık olacaksınız. Artık hiç yalnızlık çekmeyeceksiniz; çünkü her biriniz bir diğerinize yoldaş olacaksınız. Artık bir bedensiniz; çünkü önünüzde tek bir hayat var. Şimdi yuvanıza gidin, birlikteliğinize tanık olacak günlere başlayın. Her gününüz mutlulukla dolsun, ömrünüz mutlulukla uzasın.
Bu fikirden hareketle, yeni evlenen çiftlerin ağzından, nikâhlarına şahit olan herkese söyleyebileceklerini/söylemek isteyebileceklerini/söylemek isteyip de söyleyemediklerini dillendirecek ‘evlilik yeminleri’ oluşturmaya çalıştım. Teklif edeceğiniz bir şeyler olsun, siz de bir zamanlar birbirinize nasıl bir söz verdiğinizi hatırlayın…
I.
Ben… /Ben… (Noktalı yerlere gelin ve damadın adı yazılır.)
Biz ikimiz birbirimizi sevdik./Biz ikimiz birbirimizi seçtik./Biz ikimiz birbirimize eş olduk.
Biz ikimiz yolcuyuz./Hayat yolunu birlikte adımlamaya söz verdik./Yokuşları da, inişleri de beraber yürüyeceğiz./Mutlulukları da, hüzünleri de beraber karşılayacağız./Bizim için iyi yolculuk duası edin.
Biz ikimiz yoksuluz./Başka herkesi terk edip birbirimizi tercih ettik./Başka her şeyi bırakıp aşkımıza razı olduk./Birbirimize verdiklerimizle zenginleşeceğiz./Bizim için bereketli kazanç duası edin.
Biz ikimiz öksüz ve yetimiz./Annelerimizi ve babalarımızı bırakıp da geldik./Anne ve babamız çoğu kez yanımızda olmayacaklar./Birbirimize şefkat edip birbirimizi sevindireceğiz./Bizim için teselli duası edin.
Biz ikimiz kör ve sağırız./Birbirimizden başkasını görmeyecek gözlerimiz./Kulaklarımıza başkalarının fısıltıları erişmeyecek./Birbirimize göz kulak olacağız./Bizim için hayır duası edin.
Biz ikimiz evliyiz./Aşkı oldurmak için paylaşacağız hayatı./Kalplerimize gizli kapılar açılacak evliliğimizle./Birbirimizi daha çok seveceğiz bundan böyle./Bizim için mutluluk duası edin.
II.
Ben… /Ben…
Biz ikimiz birbirimizi sevdik./Sizi sevincimizi çoğaltmaya çağırdık./Biz ikimiz birbirimizi seçtik./Sizi seçimimize tanıklık etmeye çağırdık.
Rabb’imizin lûtfuyla ısındı kalplerimiz birbirine./O kalplerimize aşkı vermeseydi birbirimizi sevemezdik, hep yabancı kalırdık./Yaratıcı’mızın izniyle helal olduk birbirimize./O ruhlarımızı terbiye etmeseydi birbirimizi seçemezdik, hep uzak kalırdık.
Biz biliyoruz ki, Rabb’imiz bizi birbirimize örtü eyledi./Her kötülüğe karşı birbirimize örtü olacağız./Hatalarımızı ve eksiklerimizi hoş görüp örteceğiz.
Biz biliyoruz ki, Rabb’imiz bizi birbirimize elbise eyledi./Başkalarına aşklarımızı giyinip de görüneceğiz./Birbirimizin varlığını birbirimize süs eyleyeceğiz.
Kalplerimize aşkı bahşeden Rabb’imizi, kalplere düşen aşklar sayısınca tesbih ediyoruz./Ruhlarımızı birbirine tanış eyleyen Yaratıcı’mıza, kâinatı şenlendiren ruhlar sayısınca şükrediyoruz.
III.
Ben… /Ben…
Biz ikimiz/Birbirimizi sevdik./Birbirimizi seçtik./ Birbirimize söz verdik./Birbirimize eş olduk.
Şimdi birbirimize verdiğimiz söze tanık olmanızı isteriz.
Bundan böyle;/İkimiz birbirimizin en yakınıyız./Yalnızlığımızda ilk birbirimizi bulacağız./Sırlarımızı önce birbirimize açacağız. /Sevinçlerimizi birlikte çoğaltacağız.
Bundan böyle;/İkimiz birbirimiz için en iyi kılavuzuz./Hep birbirimizin iyiliğini istiyor olacağız./Olur da şaşırırsak doğruyu birlikte bulacağız./Olur da düşersek birlikte ayağa kalkacağız.
Bundan böyle;/İkimiz birbirimizin yol arkadaşıyız./Yokuşlarda ve inişlerde hep el ele kalacağız./Dağlarda ve çöllerde yan yana yürüyeceğiz./Yolun sonuna birlikte varacağız.
Bundan böyle;/İkimiz birbirimizin en büyük yardımcısıyız./Eksiklerimizi birlikte tamamlayacağız./Kusurlarımızı örtüp hatalarımızı hoş göreceğiz./Yuvamızı birlikte şenlendireceğiz.
Bundan böyle;/İkimiz birbirimizin en yakın dostuyuz./Üzüldüğümüzde birbirimizi teselli edeceğiz./Sevinçlerimizde birbirimize sarılacağız./Mutluluklarımızı birlikte tamamlayacağız.
Bundan böyle; Birbirimizi daha çok seveceğiz. /Birbirimizi seçtiğimize daha çok sevineceğiz…
Bundan böyle; İkimiz birbirimize emanet olacağız.
Kulaklara Küpe
İnsan ömrünün din seçmekten sonra en önemli olayı, iyi bir eş seçimidir."
"Haramlardan sakınan müslümana göre evlilik, aşkın meyvesi değil; aşk, evliliğin meyvesidir."
"Evlilikte başarı, yalnız aradığı kişiyi bulmakta değil, aynı zamanda aranan kişi olmaktadır."
"Âileyi, evliliği sürdüren vücut değil, ruhtur."
"Âile, zamanın gittikçe kuvvetlendireceği tek bağdır."
"Bir karı-kocanın tartıştıklarını görürseniz, kadını savunun, çünkü kocanın savunulmaya ihtiyacı yoktur; o her zaman haklıdır."
"Her yanda evi olan adamın, hiçbir yerde evi yoktur."
"Beşiğindekini ağlatan âile gülmez."
"Bir âileyi idâre etmek, bir devleti idâre etmekten hiç de kolay değildir."
"Âile, kralların bile giremediği bir kaledir."
"Evlilik huzur bulmak içindir, didişmek için değil!"
"Biraz çaba göstererek iyi geçinmek varken, huysuzluk etmek akıl kârı değildir."
"Sen kocana câriye ol ki, o da sana köle olsun. Sen ona yer ol ki, o da sana gök olsun."
"Evlilerin en çok yapmaları gereken şey, iyi niyetle iletişimdir, konuşmaktır."
"Sevgi ve saygı karşılıklıdır."
"İyilikle halledilebilecek bir şeyde zora başvurmak yanlıştır, zulümdür."
"Her insanın sabrının bir sınırı vardır, bunu zorlamamak gerekir."
"Akıllı insan, evliliğini cennet edecek bir biçimde davranmaya çalışır ve evliliğini cehenneme dönüştürecek davranışlardan uzak durur."
"Sayılmak istiyorsanız, saymayı öğrenmeniz gerekecektir. Sevilmek istiyorsanız sevmeyi öğrenmeniz gerekecektir."
"Hep karşımdaki değişsin, diye düşünmek yanlıştır. Güzele doğru karşılıklı değişmek lâzımdır."
"Hanımın ilk görevi güler yüzlü olmaktır."
"Biz herkese iyilik etmiyor muyuz? Başkalarından önce kendi âilemize karşı iyi olmamız lâzım."
"Nasıl ki biz kusursuz olamıyorsak, karşımızdakinin de kusursuz olamayacağını peşinen bilmeli ve kabullenmeliyiz."
"Dünya cennet değildir, elbette problemler olacaktır."
"Mutlu olmak için önce sabırlı olmak gerek."
"Her istediğini söyleyen, istemediğini işitir."
"Eşler birbirleriyle anlaşabilmek için gayret göstermelidir."
"Mesele kendimizi samimi olarak tenkit edebilmektir. Karşımızdaki bizi bir konuda suçluyorsa, onun zıddını ispat etmek bize düşer."
"Evlilikte ana kural, karşılıklı olarak kişi onuruna saygı gösterilmesinin gerekliliğidir."
"Eşler birbirleriyle didişmek yerine, birlikte gelişmek için uğraşmalıdırlar."
"Bir babanın çocuklarına yapabileceği en büyük iyilik, onların annesini sevmektir."
"Huzursuz bir âile, en çok çocukları yıpratır."
"Saygı, sevgiyi besleyen ve geliştiren, saygısızlık da, sevgiyi öldüren bir etkendir."
"İnsanı insana sevdiren, tatlı dil, güler yüz ve güzel davranışlardır."
"Eşini üzen, ezen, hırpalayan insan, onu mutsuz ettiği zaman kendisi mutlu olamaz, bunu unutmamalı."
"Sinir harbi her iki taraf için de rahatsız edicidir."
"Saygı ve sevginin olmadığı bir yuva kime, ne verebilir?"
"Yalnız kendini düşünen insandan, mümkün olduğu kadar uzağa kaç."
"Dozunu aşmayan kıskançlık güzeldir ve sevgi ifâdesidir."
"Aşırı kıskançlık ve diktatörlük evlilikte mutluluğu engeller."
"Eşler arasında ortak ilgi ve alâkaların olması, onları birbirlerine yakınlaştırır."
"İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar."
"Eşler, 'hatâ karşıdadır' peşin hükmü yerine; 'acaba benim hatam nedir?' diye düşünebilselerdi problemlerin halli çok daha kolay olurdu."
"Hayatımızın bir yönünü İslâm'a göre, bir yönünü nefsimize göre yaşamak yanlıştır."
"Âile hayatında her müslüman erkek Rasûlullah'ı, her müslüman kadın da O'nun değerli hanımlarını örnek almalıdır."
"Huzurlu bir yuvada yaşamak, ancak karşılıklı fedâkârlık ile mümkündür."
"Evlilik İslâm'a hizmete engel değildir ve olmamalıdır."
"Evlilik geçici duygular ve imkânlar üzerine değil; iman ve ahlâk güzelliği üzerine kurulmalıdır."
"Yüzü güzelden kırk günde bıkılır, ahlâkı güzelden kırk yılda bıkılmaz."
"Eşinizin ve çocuklarınızın sevgisini kaybetmek istemiyorsanız, onlara asla kötü söz söylemeyin, hakaret etmeyin."
"Eşinize ve çocuklarınıza iltifat etmek, onları mutlu etmenin bir yoludur."
"İyilik eden hem dünyada ve hem de âhirette kârlı çıkar."
''Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir.'' İsmet Özel
"Eşler birbirlerine olan saygılarını kaybetmemeye dikkat etmelidirler. Saygının bittiği âilede pek çok şey bitmiş demektir."
ALLAH'a teslim olmuş, sorumluluk ve yetkilerini bilen, görevlerinden kaçmadığı gibi İslâmî ve insanî haklarını da savunup mücâdelesini veren, onuruna sahip, tesettür ve iffetini bayraklaştırmış, İslâmî hareketin gönül dinamiği kadınlara selâm olsun! Selâm olsun analarımıza, eşlerimize, kızlarımıza ve bacılarımıza!!
Aşk Benim Hiç Senim Olmamış
Belki birkaç satır arasında unutulacaksın bir müddet sonra.
İçimden olmayacak, boş bir Kağıdın gölgesine sığınmayacak sana sitemlerim.
Hani hep kızardın ya “Konuş konuş konuş” derdin, haykırabilir miyim şimdi korkaklığını.
Bıraktığın bu mavi düşleriyle avunan yalnızlığı, artık sahiplenilmeyecek olmanın burukluğunu yaşarken, haykırabilir miyim dersin, susar mıyım, gülüp geçer miyim yoksa …?
Aslında alıştırmalıyım kendimi hiç dönmeyecekmişsin, dönülmeyecek bir yerdeymişsin gibi farzetmeli, unutmalı.
Seni hiç tanımamış gibi yaşamımı sürdürmeliyim.
Var olduğum her yer aşk’ın şehri olmalı artık, yeniden sevmenin, sevilebilmenin yeri her yer, zamanı yaşanan ve gelecek tüm zamanlar olmalı benim için.
Evet, sayfalardan koparıp bir bir savurmalıyım seni yaşanmış tüm zamanlara, uzaklaşan her adımımla hapsetmeliyim bu anılar sokağına.
Kopan takvim yaprakları sensiz geçen Günleri saymamalı, bende yokluğunun güncesini tutmayı artık bırakmalıyım.
Her yeni Güne seni getirmedi diye isyan etmemeliyim. Kabullenebilmeli, hazmedebilmeli, aldırmamalı hatta sana hak verebilmeliyim.
Bu satırlarla büyümeye başlamalıyım, sırf seni ve çocuklaşan bir aşkı kolayca unutabilmek için.
Zira yoksun. Sanki benim hiç senim olmamış, sanki bizi hiç yaşamamışız, sanki aşk denen o hoyrat şarkıyı mırıldanmış ve sonra yarım bırakmışız gibi.
Artık yeni bir şarkı söylemenin vakti, Yaşanmışlığına, yitikliğime hiç aldırmadan,
Sanki benim hiç senim olmamış gibi…
Saliha Bir Eş İstiyorum
![]() |
Saliha bir kız olsun gerisi gelir diye düşünüyordum. Yakın bir akrabamızdan haber geldi. Komşuları çok dindarmış, kızlarının ailesinden dahada dine bağlı olduğunu duyunca sevindim.
Gittik bir görelim görüşelim dedim.Ilk ailesiyle konuştum... Hatta ben konuşmadım sürekli onlar konuştu, şaşırdım kaldım...
Bir şey diyemedim...
Kına gecesinde en iyi müzüsyenler olacakmış...Düğünde keza aynı... Ev dayalı döşeli olacakmış,hemde hepsi en pahalısından... Araba olacakmış son model hemde, çünkü komşunun damadı sıfır araba almış geçende...Anne hadi kalkalım diyecektim utandım...
Kızla görüştürmek istediler...
İslamiyete uygun olarak görüştük... on beş bilezik...En güzel gelinlik(10 bin tl)...En büyük düğün salonu...Ne diyeceğimi bilemedim...
Ben Saliha Bir Eş istiyordum sadace...
Istekleri bir türlü bitmiyordu...O anda yan taraftaki aynaya gözucuyla baktım kendime...Görünüşümdede bir iş adamı profilide yoktu... Yirmi beş dakika konuştu istekleri bitince sıra bana geldi. Senin isteklerin nelerdir dedi...
Biran önce kalkıp gitmek istiyordum sıkılmıştım, geleli bir saat olmasına rağmen dünya malına bağlananlarla birlikte olmak içimi karartmıştı...
Tekrar sordu isteklerin nelerdir...
Hayırlısı olsun dedim kalktım...
Nezaketle ayrıldık evden...
Yolda giderken telefon geldi... Amcam arıyordu.. Yan komşuları serhat amcanın kızı varmış...Serhat amca çok iyidir...Cocukluğumdan beri tanırdım kendisini... Tamam dedim amcama geliriz... Serhat amcalara gitmek için hazırlanıp annemle koyulduk yola, on beş dakika sonra ulaştık evlerine.
Sohbet açıldı çocukluğumuzdan,başladı beni övmeye… Kızardıkça kızardım utancımdan birşeyde diyemiyorum… Derken söz asıl konuya gelmişti… Evladım seni severim maksat gençleri mutlu etmek Allahü tealanın izniyle dedi ve başladı isteklerini saymaya…
O kadar çok şey saydı ki uykum gelmeye başladı… En sonunda da benim oğlumun kumar borcu var onu ödemeden evlilik de olmaz zaten dedi. Birden gözlerim açıldı,şaşırmıştım açıkçası… Gözümü yerden alamadım uzun süre…
Serhat amca gençleri görüştürelim dedi… Bir odaya geçtik kız konuşmaya başladı… Onceki görüştüğüm kız gibi ne varsa herşeyi istiyordu …
Konuşmasını çalan telefonu böldü açıp konuştu kapattı. Tekrar çaldı konuşup kapattı… Sonra tekrar..
Dayanamadım sordum arayan kim diye. Eski nişanlısıymış ayrılalı on gün olmuş. Neden ayrıldıklarını sordum. Çay bahçesinde bir erkekle otururken görmüş sonra tartışmışlar, tartışma büyüyünce de ayrılmak zorunda kalmışlar. Oturduğun kişi kimdi ki? ... Calıştığı yerdeki müşterilerinden biriymiş… Demek önceden çalışıyordunuz? Evet ben masörüm dedi…
Soktan şoka giriyordum.. Beş dakikada bilmediğim bir sürü şey çıkmıştı… Evlilik amacını sordum… Nişanlısı çok rahatsız ediyormuş farklı bir hayat,farklı bir ortam istiyormuş… Açık konuşmak gerekirse hava değişimine ihtiyaç duymuş… Daha fazla dayanamayıp izin istedim kalktım…
Ben sadece saliha bir eş istiyordum…
Nezaketle evden ayrıldık annemle… Daha sonra öğrendim ki serhat amca arkamdan bir sürü laf etmiş… Gülümseyip,bugün öven yarın söver dedim içimden… Artık evlilik düşüncesinden vazgeçmek üzereydim.
Haftalardır dışarı çıkmıyordum. Akşamları hava almak için balkonda oturup kitap okuyordum… Karşı komşumuz gece çalıştığı için akşam dokuz gibi evden çıkıyordu. On yaşındaki oğlu da babasının peşinden ağlayıp dururdu her gece ablası çocuğu oyalamak için balkona çıkarıyor ve her fırsatta benimle konuşmaya çalışıyordu… Bu sık sık tekrar etmeye başlayınca bunaldım artık. Bir akşam kıyamet ve ahiret kitabını alıp aynı saatte çıktım balkona… Beni görünce o da çıktı balkona, bir konu bulup yine başladı konuşmaya… Her akşam kitap okuyorsun nedir onlar… işte beklediğim fırsat gelmişti okumak istersen vereyim deyince olur dedi… Besmele çekip iki üç metre karşıdaki kıza attım kitabı. Hadi gir de evde okumaya başla dedim… Kitabı okumuş olacak ki bir daha balkona çıkmaz oldu…
Evlilikten vazgeçmiştim bir eş bulmak bana uzak görünüyordu…Aradan aylar geçmişti, o zaman zarfında birkaç kızla daha görüşmeye gittim annemle… Fakat netice aynı değişen bir şey yoktu…
Bir Salı akşamıydı içim çok daralmıştı, adeta boğuluyordum… O gece iki rekat namaz kılıp yattım… Acayip bir rüya gördüm… Birine anlatmalıydım bu rüyayı…
O akşam balkonda dolunayı izlerken telefonum çaldı…Gözüm dolunayda, cebimden çıkarttım telefonu kimin aradığına bakmadan kulağıma götürüp telefonu açtım…Arayan ses tanıdıktı…Fakat o günden sonra hayatımın değişeceğini nereden bilebilirdim ki… Arayan en yakın arkadaşım Aliydi. Canı sıkılmış beni çağırıyordu. Abdest aldım evin yakınındaki çay bahçesine gittim.
Çocukluğumuzdan açıldı konu sonra gördüğüm rüyayı anlatmak istedim…
Tozlu bir köy yolunda gidiyordum elimde bir tane kılıç vardı etrafımda ise bir sürü yılanlar… Yılanlar bir metre kadar yükseltmişler kafalarını yukarıya doğru…Hepsi üzerime atılmak için zaman kolluyorlardı… Kılıçla kendimi savunuyordum… Bana yaklaşanları kılıçla öldürüp ilerliyordum… Ileride uyuyan biri vardı bilmediğim bir ses işittim ama ortalıkta kimse yoktu… Uyuyan kişiye baktım… O ses; yatan kişi Musab bin Umeyrdir dedi. Sonra ileride giden iki kişi gördüm biri Peygamberimizdi diğerinin kim olduğunu göremedim…
Ali yorumlamaya başladı rüyamı; Düşmanlarını yenerek iyi bir neticeye ulaşacaksın dedi…
Konu evliliğe geldi yine… Başımdan geçenleri anlattım… Dertliydim bu konuda… benim eşim dünyaya bağlı olmamalıydı, sadece dünyalık uğruna yaşamamalıydı… Uzunca dinledi Ali sıkıntılarımı… O konuşmaya başladı bu sefer. Evden çıkarken annem dedi bizim mahallede bir kız varmış onunla görüştürmek istiyorlar seni.
Yok Ali bundan sonra kolay kolay kimseyle görüşmek istemiyorum dedim… Kızda pek istekli değilmiş zaten dedi… niye diye sordum.. O da birkaç kişiyle görüşmüş daha sonra evlilikten soğumuş iyice… Alinin annesi ısrar edince de olur görüşelim demiş...Tamam dedim yarın gideriz diye sözleştik…
Rüyam gerçek mi olacaktı acaba… Bu zamana kadar sabrettim önüme gelen engelleri Allahü tealanın izniyle aşmıştım… Ali ile vedalaşıp eve geldim konuyu anneme açtım… Yarın gidecektik görüşmeye… Cok heyecanlıydım nedense… Sabah erkenden kalkıp giyindim… Heyecan gitmek bilmiyordu bir sağa bir sola yürüyüp duruyordum evin içinde… Ilk defa bu kadar heyecanlıydım… Oğle namazını kıldıktan sonra yola koyulduk annemle… Ali bizi kızın evine kadar götürdü… Kapıyı çaldım… Kapıyı babası açtı eve buyur etti… Biraz sohbet ettik söz asıl konuya geldi sonra…kızın babası konuşuyordu; evladım benim söyleyeceğim bir şey yok sen kızımla konuş bu konuları dedi.
Şaşırmıştım gerçekten çünkü ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum… dünyalık bir konu açılmamıştı ilk defa…
Bir odaya aldılar beni kızla görüşecektim… Sandalyeye oturdum ellerim masanın üzerinde avucumun içerisinde ise terleyen ellerimi silmek için bez bir mendil vardı… Odaya kız girdi nurani yüzlüydü… önüne bakarak konuşmaya başladı…
Diğer kızlar gibi bilezikten gelinlikten girmedi konuya… Ilk sorusu namazdan oldu…. Bana namaz kılıyor musun demedi, namazı kaç dakikada kıldığımı sordu. Mesela öğle namazın kaç dakikada bitiyor dedi… on beş dakika civarında diye söyledim… Memnun oldu… sonra birikmiş ne kadar paran var deyince önceki görüştüklerim gibi konuşmaya başlayacak herhalde dedim içimden… 45 bin lira var…
Paranın zekatını veriyor musun deyince yanlış düşündüğün için utandım.. Evet veriyorum dedim…
Konuşmasına ağır ağır devam etti…
Sizden önce üç kişi ile daha görüştüm hepsi de zengindi, güvendikleri tek şeyleri paralarıydı. Bütün konuşmaları paraya zenginliğe dayanıyordu. Dine ait hiçbir bilgileri yoktu ve namaz bile kılmıyorlardı.
Size ilk sorum namaz oldu çünkü namazı doğru olan ve huşu içinde kılan bir insandan zarar gelemez. Ailesinin hakkını gözetir haksızlık yapamaz. Herkes için en iyisini en güzelini ister. Kimseyi hor görmez ve ezmez. Böyle insanı bütün mahlukat sever,mahlukatın sevdiğini de Allahü teala sever. Allahü tealanın sevdiği kul ise makbul edilen kuldur…
ve devam etti konuşmasına…
Sonra zekatı sordum çünkü o parada fakirlerin hakkı da var. Fakirlerin hakkını gözetmeyen eşinin hakkını da gözetmez. Allahü teala ondan nasıl razı olur ki…
Ne kadar doğru konuşuyordu konuşmaları beni çok mutlu etmişti. Dünyalık bir şey istemiyorum diye dem etti... Yan taraftaki kitaplığı göstererek okuduğu kitapları gösterdi. Görünce çok mutlu oldum çünkü benim okuduğum Ehli sünnet Alimlerinin kitaplarını okuyormuş.
Ben kızarıp terliyordum nedense, elimdeki bez mendil de iyice ıslanmıştı. Benim ise kıza soracağım bir şey kalmamıştı, ben sormadan herşeyi anlattı bana.
Son olarak annemle konuşmak isteti, ben dışarı çıkmak için ayağa kalkınca elimdeki mendil yere düştü. Yere göz gezdirdim ama göremedim dışarı çıktım… annemle de on dakika kadar konuştular içeride, annem çıkınca evden izin isteyip ayrıldık.
İki tarafta birbirinden memnun olmuştu.
Anneme içeride ne konuştuklarını sordum. Anneme nasıl davrandığımı ailemle olan ilişkilerimi sormuş. Çünkü anne ve babanın razı olmadığı bir evlattan Allahü teala razı olmazdı.
Eve gidince konuyu babamla konuştuk çok sevindi… Abdest aldım iki rekat namaz kıldım odamda sonra birkaç gün önce gördüğüm rüya geldi aklıma… Elimdeki sabır kılıcıyla zorlukları aşmak nasip olmuş ve sonuca ulaşmıştım…
Bu günden itibaren düğün hazırlıklarına başlayacaktık artık… Söz kesilip aileler arasında yüzük takıldı. Düğün konusu biraz sıkıntılı olmuştu..
Akraba tarafı çalgılı olmasında ısrar ediyor ,ben ise dini yönden olmayacağını anlatmaya çalışıyordum. Ben yumuşak huylu oldukça onlar daha fazla üzerime geliyorlardı. Düğün çalgılı olurmuş onlara göre. Cenaze evi gibi dualar edilip mevlit okutulmazmış… Ne yapacağımı şaşırmış ve iyice bunalmıştım. Defalarca haram olduğunu anlatsam da çalgısız olması gerektiğini kabul ettiremiyordum… Bir akşam evde akrabalarla toplandık bu konu hakkında konuşuyorduk. Bir şartla isteğinizi kabul ederim deyince hepsi şaşırdı… herkes gözlerini bana çevirmiş ne diyeceğimi bekliyorlardı. Öldüğümde mezara benimle girecek olan varsa ve benim yerime hesap vermek isteyen olursa kabul edeceğimi söyledim… Kimse yüzüme bakmıyordu artık utanmışlardı açıkçası… Bu konu da böylece şekilde kapamış oluyordu…
Bir Perşembe günü kız tarafıyla sözleşip düğün alış verişine çıktık… Nişanlım sanki yanımda köle gibi duruyordu. Ben ne göstersem olur beğendim diyordu. Bir insan bu kadar mı mütevazi bu kadar mı ince olabilirdi. Onun bu durumunu gördüğüm zaman ben en kaliteli en güzel olan eşyaları alıyordum. Onu mutlu etmek için elimden geleni yapmak istiyordum… Evimizi döşemiştik her şey çok güzel gidiyordu… düğün günü gelip çatmıştı… heyecandan ölecek gibiydim elim ayağıma dolaşıyordu adeta. Düğün tam istediğim gibi olmuştu….
Evliliğimizin ilk yılları diğer evlikler gibi tartışma ya da kavga ile geçmiyordu. Biz İslamın etrafında birleşmiştik. Hiçbir sorunumuz da olmuyordu. Eşimin zekasına güzel ahlakına güler güzüne hayrandım… Onsuz zaman geçmiyordu, işteyken fırsat buldukça arıyordum,sesini duyuncada çok mutlu oluyordum. Konuşmasında içimi rahatlatan bir tesir vardı. Bunu nasıl yapıyordu bir türlü anlayamıyordum. Eve gittiğimde beni her zaman güler yüz ile karşılardı, o anda bütün yorgunluğum giderdi. Yemek hazırlarken yardım ederdim. Sen otur yorgunsun der, ben de içeri gidip otururdum. Onun üzülmesini hiç istemiyordum çünkü. Her ne isterse yerine getirmek için can atıyordum… Benden bir şey istesin diye gözlerinin içine bakardım.
Arada bir arabamla gezerdik,gezdirince mutlu olurdu…
Yine bir gün gezdirmek için çıkıp arabaya bindik. Dönüp bana baktı. Sabır çok güzeldir,sabır insanı bu araba gibi ulaşmak istediği yere götürür dedi. Neden böyle bir şey söylediğini anlamamıştım… biraz gezip eve gelmiştik…
Birkaç gün önce yatak odasının kapısı bozulmuş, kilidi zor açılıp kapanıyordu. Geçen gün mahallemizde hırsızlık olayı olduğu için odamızın kapısını kilitliyorduk… Bir haftadır eşimin midesi bulanıyor bunun içinde geceleri sık sık kalkıyordu… benim uykum çok hafif olduğu içinde hemen uyanıyordum…
O gece tekrar midesi bulanmış olacak ki kalktı, kalktığını hissedip gözlerimi açtım ama uyandığımı anlamadı. Yavaş yavaş kapıya doğru ilerledi…Fakat o anda gözlerime inanamayacağım bir olay gerçekleşti… Ben rahatsız olmayım diye kilitli olan kapının anahtarına bile dokunmadı… kapı kilitliydi Eşim "Bismillahirrahmanirrahim" dedi ve kapıyı açmadan dışarı çıkmıştı. Bu durumu görünce kalbimin atışları hızlandı terlemeye başladım… yataktan kalktım gözlerim, kapıya odaklanmıştı… yatak odasının camından lavabonun ışığı belli oluyordu… Lavaboda elini yüzünü yıkayıp ışığı söndürdü. Ben hemen yatağa yatıp uyuyormuş gibi yaptım. Fakat eşim kapıyı açmadan odaya girdi… Kalp atışlarım iyice artınca dayanamadım uyanmış gibi yaparak Yatakta doğrulup oturdum… Eşimin yüzüne baktım… adeta güzü nurlanmış parlıyordu… Uyandığımı görünce gülümseyerek yüzüme baktı. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Rahatsız mı ettim diye sordu. Yok çıktığını bile duymadım deyince gülümsedi ve yattı…
Işe gittiğimde sürekli o anları düşünüp duruyordum. Bu nasıl olabilirdi?... Akşam eve gittiğimde zile basmadım ve kapıyı anahtarımla açtım. Kapıyı açtığımda eşimi karşımda buldum… işten geldiğimde kapıyı açmak için bekliyormuş… Selam verip içeri girdim elimi yüzümü yıkayıp sofrayı hazırladık yemeği yedik… Bu gün neden durgunsun bir şey mi oldu? Diye sordu… Cevap veremedim…
Dün geceki olayı nasıl sorabilirdim ki…
Sana bir şey söyleyeceğim diyerek elimden tutup beni ayağa kaldırdı…gözlerinin içine bakıyordum… buyur söyle dedim… Hamileyim dedi… Ondan sonrasını hatırlamıyorum zaten… O anda ayaklarım boşaldı… Düşüp kalmışım yerde… Yarım saat sonra kendime geldiğimde eşim yanı başımda oturuyordu… Yattığım yerden doğrulup eşime bakınca utanıp yüzünü yere çevirdi… Bu habere o kadar sevinmiştim ki anlatamam…
Akşamları işten eve gelirken artık bebek eşyaları alıyordum… Gece yattığımızda eşimle hep hayal kurap duruyorduk… Cocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde ilk hangi kitabı okumalıydı acaba… Ilk önce namaz kitabındaki bilgileri öğrenmeliydi. Ondan sonra hangisini okutsak acaba İslam Ahlakını mı? Herkese Lazım olan İmanı mı okutsaydık… Yok yok ilk önce Halifelerin menkıbeleriyle yeşertmeliydi kalbini… Benim evladım Ehli Sünneti savunan Ehli Sünneti yaymak için çabalayan bir kul olmalıydı onu bu şekilde yetiştirmeliydik…
Her akşam belli bir zaman dilimi içerisinde eşimle İmam-ı Rabbaninin mektubatını okuyorduk. Bir akşam okurken yorgunluktan gözüme ağrı girince eşime rica edip sesli okumasını söyledim ve gözlerimi dinlendirmek için kapattım. 212. Mektubu okuyordu… Bir ara gözlerimi açtım elindeki kitap kapalıydı. Gözlerimi açtığımı görünce hemen kitabı açıp gözlerini kitaba dikti… anladım ki o kadar sayfayı ezberlemiş ve ezberinden okuyordu. Okuduğu mektup bitince durdu… Mektubatı bu zamana kadar kaç defa okudun diye sorunca bilmiyorum dedi… Peki kitabı bitirmen ne kadar sürüyor? Bir hafta diye cevap verdi.. Anladım ki eşim manevi derecelere yükselmişti.. beni rahatsız etmemek için kapıyı açmadan çıkması bir kerametti…
O günden sonra eşime olan hürmet ve saygım daha da arttı. Eşim bir evliya idi… Ilmihal okuduğumda anlamadığım yerleri eşime soruyordum. Öyle güzel açıklayıp anlatıyordu ki hayran kalmamak mümkün değildi… Hikmetini bilmediğim en ufak bir davranışını görsem soruyordum. O da hemen açıklar; ilmihalin şu sayfasında yazıyor diye söylerdi… Her haline sabrediyordu ve her haliyle de şükrettiği ortadaydı… İslamiyeti yaşayan bir numune vardı karşımda, bu yüzden Allahü tealaya her saniye şükretsem yine az gelirdi…
Eşimin birkaç kerametini daha görünce dayanamadım, artık ne pahasına olursa olsun bu konuyu konuşacaktım kendisiyle… her zamanki gibi işten geldim yemek yedik konuyu konuşmak için eşimi karşıma aldım… giderek büyüyen bir heyecanla yavaş yavaş konuşmaya başladım..
İslamiyetin en ince kurallarına en güzel şekilde dikkat ediyorsun. Konuyu uzatmak istemiyorum dediğim anda eşim konuşmaya başladı… "Sabır güzel şeydir. Sabrederken şükretmek daha güzeldir. İnsan her haline sabreder ve şükrederse Allahü teala ona daha iyilerini ihsan eder"…
Artık ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, eşimde konuşmasını bitirmişti… O günden sonra ona olan davranışlarım daha dikkatliydi. Onu kırabilecek her şeyden uzak duruyordum…
Bir akşam annem aradı komşu kızının düğünü varmış iki gün sonra, düğüne beni de davet etmişler. Eşimle birlikte gittik düğüne, her şey İslama uygun düzenlenmişti. Erkekler ve bayanların yerleri farklı bölümlerdeydi… düğündeki İslama uyma titizliğini görünce çok sevindim.
Bir akşam kendisine balkondan verdiğim Kıyamet ve ahiret kitabı geldi aklıma. On dakika sonra küçük bir çocuk geldi, o kızın kardeşiydi bu. Babası işe giderken arkasından ağlayan çocuk… Abi eğilir misin dedi.. eğildim kulağıma ablasının bana çok teşekkür ettiğini söyledi. Ben vesile olmuşum onun bu duruma gelmesinde. Bunu öğrenince çok sevindim… Eşim hamile olduğu için fazla kalamadık düğünde eve gittik…
Aradan aylar geçmiş ve eşim doğurmuş ve Bir tane oğlum olmuştu… hayatımızdan çok memnunduk… Eşimle her akşam kitap okumaya devam ediyorduk yine… Eşime üstadım diye hitap ediyordum… O benim üstadımdı. Dünya ve ahiret saadetim için en büyük vesile idi… geceleri rahatsız olmasın diye oğlumuz ağlayınca çocuğu alıp başka odaya gidiyordum… aradan iki yıl geçmiş oğlumuz büyümüştü…
Eşim her fırsatta sabır ve şükretmemi telkin ediyordu… bir zaman sonra eşim hastalandı. Zamanımızın çoğu hastanede geçiyordu… eşimin hastalığı artmış, benim ise elimden bir şey gelmiyordu.
Bir akşam işten eve geldiğimde kapıyı çalmama rağmen açmadı. İçeri girdim içeriden bilemediğim mükemmel bir koku geliyordu. İçeri girdim eşim yatıyordu ilk önce uyuyor zannettim. Uzun zaman uyanmayınca gidip uyandırmaya çalıştığımda vefat ettiğini anladım. O anda yıkılmıştım. İçim yanmıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı.
Annemi aradım gelmesini istedim…. Eşimi diğer gün defnettik… Eve girdiğimde burnuma gelen o güzel koku mezardan gelmeye başladı… Her gittiğimde o kokuyu duyardım… giremiyordum. Onu özlüyordum sadece.. Canım eşim, üstadım vefat etmişti. Söylediği gibi yapmaya çalışıyor sabretmekten başka çare bulamıyordum… her an onu düşünüyordum…
Aylar sonra eve girme cesareti gösterdim… gözlerim doldu ağlamaya başladım. Balkonda çıkıp sandalyeye oturdum. Dolunay vardı… Alinin beni aradığı o akşam geldi aklıma… O akşamda aynı dolunay vardı… gözlerimden yaşlar akarak dışarıya çıktım… doğru üstadımın, eşimin mezarına gittim. Saatlerce ağladım…. O güzel kokuyu hissetmeye başladım tekrar… arkamdan bir el omzuma dokundu. Arkama döndüm eşim nurlar içinde arkamda duruyordu… Heyecandan bir şey söyleyemiyordum.. Başım dönmeye başladı ve bayılmışım sonra… Uyandığımda sabah ezanı okunuyordu… Kalktım etrafıma baktım… Eşimi gördüğüm anda... sabret dediğini hatırladım… Camiye gidip sabah namazını kıldıktan sonra dışarı çıkarken cebimde bir şey olduğunu fark ettim… Elimi cebime attım bir tane mendil vardı… Eşimin evinde ilk konuştuğumuz zaman avucumun içindeki mendil ayağa kalkarken yere düşmüştü bulamamıştım daha… demek ki eşim bulup saklamış… Mendilin bilmediğim şekilde çok güzel bir kokusu vardı…
BU GERCEK BIR HIKAYEDIR BU HIKAYENIN YAZARI YAZININ SONUNA EKLEDİĞİ CÜMLELER İSE ŞÖYLEDİR...
( Bu yaşananları babamın günlüklerinden derleyerek sadeleştirdim… Hikayede anlattığım kişiler annem ve babama aitti. Doğan o çocuk bendim. Sabır ve şükür insanı en üst derecelere yükseltecek kanatlardır…)
Allah (cc) herkese böyle eş nasip eylesin … SON..
-
Bir gün efendimiz Hz.Ali'ye sorar der ki; Ya Ali Allah'ı seviyormusun? Evet Ya resullah Peki beni seviyormusun? Evet Ya resulla...