Aramızda aşılmaz dağlar var.
Hasret kokusu sinmiş dört duvar arasında, senin yanında olan ruhumu, seni, aşılmazlığı aşmış olduğumu düşünerek, nasırlı ellerimle sana sesleniyorum.
Senin hiç bir zaman dayanamayacağın feryatlarım, sigaramın dumanıyla hasret kokan havaya karışırken bu cansız bedenlerde de bir sır olarak bütünleşiyor.
İmkansız oldukça tutkulaşıyorsun yüreğimde, sana bir ömür boyu imkansızım olmanı söylerken, seni yazan nasırlı ellerimi uzattığımda, sen ellerimi ellerinden esirgemiş ve imkansız olmayı reddetmiştin!.. Şiirlere hayranlığını sevmiştim; şiirliğini ve sonradan mısralarında yerini sessizce alacağını bilmeden...
Herkes güzelliğine hayrandı bense senin çocukluğunun maskesinde gizlenen olgunluğuna aşıktım... Hayat denen bu sahnede sana verilen rolü ne kadar iyi oynuyordun... Dilin "yüreğe" değer verdiğimi söylüyordu, ruhun ise kalıplaşmış zarfların ve kısır duyguların arasında geziniyordu. Yalanların
arasında doğruları arıyordun. Seni çok farklı yapan neydi biliyor musun benim yanımda?..
Hayır, güzelliğin değil canım; çocukluğundu... Ben asla bir bedende güzelliğe değer vermedim, zarfın ikinci planda geliyordu. Benim için her insanda olduğu gibi o zarfın içindeki mektup önemliydi. Seninde o mektubu
yüreğinle ruhunu birleştirip okumanı çok isterdim. Arayışıma son verme kararını verdiğim anda, bir güz akşamında karşıma sen çıktın.
Yüreğimde yaşadığım aşkı artık bedenleştirmek istediğimde, buna layık olarak seni gördüm. Ama yine aşkı yüreğimde yasamama sebep oldun ve imkansızlaşmayı reddederken aslında imkansızlaştığın farkında bile değildin... Marmara'ya anlattım seni... Seni sadece onunla paylaştım... Göz yaşlarım Marmara’nın
teninde hayat bulurken, Marmara feryat ediyordu kendisi kadar gerçek olan aşkların yitirilişine...
Kaç aksam seni bekledim... Seni paylaştığım Marmara’nın sevgisine dalgalarıyla köpük köpük anlattığı sahilde, kaç yakamozlu geceyi seninle izlemek istedim ama sen yoktun... Gökyüzünde bir yıldız gibiydin benim için... Elimi uzatsam tutacağım kadar yakın geliyordun oysa ki sen benim sevgimden yedi kat uzaktaydın.
Gözlerin yasama sevinci veriyordu bana, ama artık gözlerine bakmayı yasak etmiştim sırf aşkım yüzünden. Bu zulüm değildi, ölümün ta kendisiydi... Yine yalnızım iste... Yalnızlığımın soğuğunda hayalinin sıcaklığına
sarılıyorum... Seni yaşıyorum ve senli rüyalara hayalinle dalıyorum...
Sana her şeyden üstün olan aşkımı sundum, ama sen zamanın değer verdiği yalancı aşkın zehrini, gözleri kamaştıran altın kadehlerden içiyorsun. Biliyor musun bitanem seni ilk günden daha fazla aşkla seviyorum. Bir çığ gibi yüreğimde büyüyorsun...
Seni Düşünür Dururum
Keşke seni farklı bir zamanda
Bambaşka bir ortamda
Tanısaydım ve sevseydim yine delice
Bu sefer çıkıp ta karşına sadece
Seni sevdiğimi bilmeni istemezdim
Vefasızlığına böyle sükut etmezdim.
Ancak her şey istediğim gibi de olmuyor
Sevdamın zararı yalnız benle son bulmuyor
Ve ne yazık ki ellerim kollarım da bağlı
Seni düşünür dururum gözlerim yaşlı.
Hayatta bir tek seni ummuştum neler buldum.
Sayende yalnız bile kalamaz oldum.
Çünkü ne zaman kalsam
Hayalinle saatlerim gidiyor
Ne zaman seni hayal etsem
Sonu hep hüzünle bitiyor.
Sonu hep sensiz bitiyor.
Bambaşka bir ortamda
Tanısaydım ve sevseydim yine delice
Bu sefer çıkıp ta karşına sadece
Seni sevdiğimi bilmeni istemezdim
Vefasızlığına böyle sükut etmezdim.
Ancak her şey istediğim gibi de olmuyor
Sevdamın zararı yalnız benle son bulmuyor
Ve ne yazık ki ellerim kollarım da bağlı
Seni düşünür dururum gözlerim yaşlı.
Hayatta bir tek seni ummuştum neler buldum.
Sayende yalnız bile kalamaz oldum.
Çünkü ne zaman kalsam
Hayalinle saatlerim gidiyor
Ne zaman seni hayal etsem
Sonu hep hüzünle bitiyor.
Sonu hep sensiz bitiyor.
Yalnızca Sen Sev İstedim
Seni sevdim,
sevgilerin en güzelini vermek için.
Seni düşündüm gecelerce,
en güzel düşlerimde yaşattım seni.
Ne varsa sana adadım elimdekileri,
sana adadım, yüreğimin her zerresini.
Yanlızca sen sev istedim,
sen sar istedim, yüreğimin her köşesini.
Seni gördüm nereye baktıysam,
gözlerime işledim gözlerini.
Ve yalandan uzak,
en temiz sevdayla,
yarınlarımda bir sana yer verdim.
Bir tek, seni yazdım kaderim diye,
bir tek seni istedim, herşeyden çok.
Sen yoksan, anlamsız dünya, anlamsız yaşamak.
Sensizliği, ölümden bin beter bildim.
Gülüyorsam, mutluysam, bunca çileye inat,
bilirim ki, bu senin eserin.
Bir tek senin kollarındayken,
yaşamayı seviyorsam,
senin kollarındayken acıları siliyorsam,
her ne kadar kabul etmesende,
ben seni, daha çok seviyorsam,
biliyorum ki, bu senin eserin......
Ve, hiç bir zaman anlatamam, seni sevmenin tadını.
Ve, doymaz yüreğim,
doymaz ellerim, bedenim, seni sevmeye..
Bunca sene sonra seviyorsam kendimi,
sen sevdiğin içindir beni.
Ve seviyorsam seni,
bana sevmeyi öğrettiğin içindir.
Sevebildiğim tek insan sen olduğun içindir.
Biliyorum ki;
ne zaman dolsa gözlerim, bir an acıyla,
sen sileceksin gözyaşlarımı.
Ne zaman sarılacak bir beden arasam,
sen saracaksın beni.
Ve, senin sıcaklığında tanıyacağım şefkati.
Seninle gülecek, seninle ağlayacağım.
Benim bildiğim tek gerçek,
sen olacaksın hep.
Ve ben,
en güzel şiirlerimi sana saklayacağım,
en güzel düşlerimi sana..
Sen yeter ki,
yarınlarda, bugünkü gibi, sev beni.
Senin sarhoşluğundan, hiç ayılmasın yüreğim.
Ve, ecele kadar,
benimle kal, yanlız benimle.
Seviyorum seni,
ve bir ömür yaşatacağım,
yüreğimde SEVGİNİ...
BİRTANEM
sevgilerin en güzelini vermek için.
Seni düşündüm gecelerce,
en güzel düşlerimde yaşattım seni.
Ne varsa sana adadım elimdekileri,
sana adadım, yüreğimin her zerresini.
Yanlızca sen sev istedim,
sen sar istedim, yüreğimin her köşesini.
Seni gördüm nereye baktıysam,
gözlerime işledim gözlerini.
Ve yalandan uzak,
en temiz sevdayla,
yarınlarımda bir sana yer verdim.
Bir tek, seni yazdım kaderim diye,
bir tek seni istedim, herşeyden çok.
Sen yoksan, anlamsız dünya, anlamsız yaşamak.
Sensizliği, ölümden bin beter bildim.
Gülüyorsam, mutluysam, bunca çileye inat,
bilirim ki, bu senin eserin.
Bir tek senin kollarındayken,
yaşamayı seviyorsam,
senin kollarındayken acıları siliyorsam,
her ne kadar kabul etmesende,
ben seni, daha çok seviyorsam,
biliyorum ki, bu senin eserin......
Ve, hiç bir zaman anlatamam, seni sevmenin tadını.
Ve, doymaz yüreğim,
doymaz ellerim, bedenim, seni sevmeye..
Bunca sene sonra seviyorsam kendimi,
sen sevdiğin içindir beni.
Ve seviyorsam seni,
bana sevmeyi öğrettiğin içindir.
Sevebildiğim tek insan sen olduğun içindir.
Biliyorum ki;
ne zaman dolsa gözlerim, bir an acıyla,
sen sileceksin gözyaşlarımı.
Ne zaman sarılacak bir beden arasam,
sen saracaksın beni.
Ve, senin sıcaklığında tanıyacağım şefkati.
Seninle gülecek, seninle ağlayacağım.
Benim bildiğim tek gerçek,
sen olacaksın hep.
Ve ben,
en güzel şiirlerimi sana saklayacağım,
en güzel düşlerimi sana..
Sen yeter ki,
yarınlarda, bugünkü gibi, sev beni.
Senin sarhoşluğundan, hiç ayılmasın yüreğim.
Ve, ecele kadar,
benimle kal, yanlız benimle.
Seviyorum seni,
ve bir ömür yaşatacağım,
yüreğimde SEVGİNİ...
BİRTANEM
Benim de Düşlerim Yağdı Ankaraya

Soğuktu Ankara’ya kar yağıyordu üşüyordum... Benim de düşlerim yağdı Ankara’ya... Ellerimi cebime soktum bir süre öylece bekledim... Sanki biraz sonra bir köşeden çıkıp gelecektin sadece birazcık geç kalmıştın; koşarak çıkıp merdivenleri gelip sarılacaktın hasretle...
Biliyorum uzaklardasın şimdi .. Kimlerlesin kimbilir yalnızsın belki de benim gibi şu an..? Oralar da soğuktur belki üşüyor musun..? hala canını sıkıyor mu bir ömür tükettiğin bu hayat kavgası..?
Beni sorma! Suyu tükenmiş limanların denizlerine yürüyüp duruyorum hala... Hayatımın sesi kısılmış yaşlanmış dudaklarımdaki kelimeler kimse aramıyor anlamıyor beni... Unutulmuşum anlayacağın...
Beklerken gözlerin geldi gözlerimin önüne dudakların duruşun gülüşün sevgiyle bakışın... Sonra aklım ayrılığın bir burgu gibi işlediği yüzüne bakmaya elini tutmaya korktuğum günlere gitti. Burgu ağır ağır işliyordu içime ağır döndüğü içinde daha çok acıtıyordu...
Yıllardır bu terminale her gelişimde aynı acıyı duyarım aynı özlemi hissederim aynı hüznü yaşarım... Oysa aradan uzun yıllar geçmişti ama her şey daha dünmüş gibi gözlerimin önünde canlanıyordu...
Ne zaman bu terminale insem içim burkulur gözlerim durup durup dolar. Her esen yelde yağan yağmurda çağlayan ırmakta uğuldayan ormanda senin kokunu duyarım...
Her esintide soluğunu hissedip içime ferahlık dolar ve her yokluğunu yokladığımda ruhum sızlar.
Çekip gitmiştin kalbinin bütün kapılarını kapatarak ardında.. Durmadan büyüdü içimde yokluğun. Günler aylar yıllar geçip gitti ardına bakmadan ama sen yoktun gelmiyordun... Gelmiyeceğini biliyorum beklemem nafile ama yine de köşe başlarına bakıyorum belki bir köşeden çıkar gelirsin diye.. Uzaktasın oysa ki bir ömür kadar... Özlem tek yönlü bir yol işte gidip de dönmeyen...Ve sen bir yel gibi esip gittin hayatımda ardına bakmadan ben yelkenleri kırık tekneler gibi bakakalmıştım yorgun denizler üzerinde...
Seni ne zaman ansısam bir hüzün şarkısı kırılır kalbimde; hiç unutamadım ki seni zaten yıllar oldu buraları terkedip gideli yıllar oldu ayrıyız dudaklarımız biribirinden uzak bedenlerimiz ellerimiz gözlerimiz uzak. Oysa aşk karşılıklı sevmektir dokunmaktır gerçek aşk paylaşmaktır hayatı. Hala kulağım sesinde gözlerim etrafta seni arıyorum çok uzaklarda olduğunu ve gelmeyeceğini bile bile... Kırık bir tebessümdür anımsadığım bir sevda türküsüydü adın... Herkese bir şeyler verilir belki ama ben sana kalbimi verdim... Kalbimi de alıp gittin beraber...
Çekip gittin hayatımdan düşlerimi ve anılarımı sarsarak.. hayatımda artık mutluluk olmayacak teselli olmayacak. Hep bir boşluk hep acılar hüzünler olacak...
Şimdi güz sonu kışa giriyoruz ben dört mevsim baharı yaşadım seninle. Dört mevsim çiçek açtın kalbimde taze bir yaprak gibi yeşildin sevgi çiçeğiydin üzerine çiğ taneleri düşmüş kırmızı güldün maviydin beyazdın bütün renklerde sevmiştim seni...
Seni severken hayatı da sevmiştim ben dünyayı dainsanları da...
Uçup gitti şimdi sevgi kuşları hayatımda. Günlerin gecelerin tadı yok. Leylası kaybolmuş bir mecnunum Hiçbir çöl kabul etmiyor beni artık Soğuk karanlık gecelerde kayıp çocuk resimleridir hüznün bir başka adı. Gittiğinden beri kayıp içimdeki çocuk...
Dua Et Sevmeyeyim Seni
Tarih yazmadı benim gibi seveni.
Bütün tutuklu zamanları kırarcasına.Bir dalda bin goncaya ağlarcasına.
Yüreğim ağır gelir.
Dizlerine taşıyamazsın.Öyle bir şarkıyım ki...
Kestiğim nefesinle yaşayamazsın.Dua et sevmeyeyim seni.
Ceylan sekişlidir aşkım,
Benimle yollarca koşamazsın.
Sahi O Akbaba Beni Yedimi
Aclıktan ölmek üzere olan kiz çocuğu emekleyerek 1 km ötedeki Bİrleşmiş milletler kampına gitmeye çalışıyor. Arkasında çocuğun ölmesini bekleyen bir akbaba. Fotoğrafı çeken Kevin Cartner fotografı çeker çekmez oradan ayrılıp gitmiş. Çocuğa ne olduğunu kimse bilmiyor. Fotoğrafçı ise 3 ay sonra depresyona girip intihar etti.

Ben
Afrikalı bir çocuk, önemli değil adım
çok iyi tanırım insan bedenini
nerede hangi kemik var? bana sorun
üzerimde görerek öğrendim her birini
şimdi anladınız mı nedenini?
Hani
şaraba yatırılmış etleriniz vardı sizin
çöpe atacak ekmekleriniz vardı
çarçur edecek paranız
beş yıldızlı hastanelerde
ünlü doktorlarca sarılırdı en küçük bir yaranız
Oysa
sinekler temizlerdi benim yaralarımı
onlarcası saldırırdı önce emebilmek için
yaralarımdan sızan bir damla kanımı
her yere düştüğümde ağızlarının suyu akan
leş yiyiciler sarardı dört yanımı
Bir onlara yiyecek bol, bir onların karnı toktu
benimse
doğduğum günden beri hep açlıktan nefesim koktu
vazgeçtim bol vitaminli mamalardan
razıydım bir gram Anne sütüne
ama Annemde sütü bırakın
zayıflıktan ağzıma verecek memesi bile yoktu
Çamurlardan su emerek
ve bulduğum böcekleri yiyerek gelebildim bu yaşıma
ağladım sesimi duymadınız
gelip mendil sürmediniz gözümden akan yaşıma
Çünkü
estetisyenlere verilmiş randevularınız vardı sizin
hayvansever lokallerinde içeçek çaylarınız vardı
yiyecek pastalarınız, kekiniz
acaba hiç düşündünüz mü?
kaç Afrikalı çocuk kurtarabilirdi istese bir tekiniz
Şunu da biliyorum büyümeden öleceğim ben
okula gitmeden, yuva kurmadan
sanırım ırkımın kaderi bu, ölüm burda kol geziyor
can alıyor hiç durmadan
Ben
Afrikalı bir çocuk önemli değil adım
üstümde yüz gram et, başımda bir Akbaba
beni bir korku sardı
çoğunuz görmediniz
çünkü, gözünüzü bürümüş ihtiraslarınız vardı
Sonradan
resmimi gördü bazılarınız
bilemem o an size yüreğiniz bir şey dedi mi?
merak edip durdunuz hep, ama söylemeyeceğim
sahi,o Akbaba beni yedi mi?
İşte Yine Susuyorum
Ne keyifle okuduğum şiirler ezberimde, ne de bağıra çağıra söylediğim şarkıların sözleri. Dalgın gözlerle yürüdüğüm caddelerde kayboluyorum
Sonsuz bir inatla sarıldığım radyodan gelen o harika melodilerin de tadı yok? Peki ya o yağmurda iliklerime kadar ıslanmalarımı kim çaldı benden? Bilmiyorum!
Susuyorum artık... Sustukça susuyorum. Sustukça, üzerime gelen insanlardan kurtarmak için ruhumu, suskunluğuma sarılıyorum. Ama yine de saplanıyor yüreğime bazı kelimeler. Bazıları da acıtıyor üstelik…
Sessiz geceler benim için sığınılan bir liman sanki. Kendimi bulup bulup kaybettiğim karanlıkta, şöyle bir uğradığım kelime hazinem de bir anlam ifade etmiyor. Düşünüyorum da bu güne kadar hep; gibi yazmışım, gibi okumuşum, gibi söylemişim ve en önemlisi; gibi sevmişim...
Elbette hiçbir şey, ben ol deyince olmaz. Bunu biliyorum ama zaman da geçiyor hızla. Tükenmez sandığım bütün sözler bitiyor ve ben de yavaş yavaş tükeniyorum... Onca yıldan sonra; hayata dair ne kaldı ki elimde? Kocaman bir hiç! Öyleyse neden bunca çaba, neye bunca isyan…
Öyle anlamsızki yaşadığım hayat. Her şey az sonra gerçekleşecekmiş gibi duruyor, elimi uzatıyorum tutmak için, kayboluyor. Benim dışımda kopuyor bütün kıyametler ve ben kendime uyan bir kıyamet beğenmiyorum…
Kalbime bir kurşun sıkacak gönüllü katilimi arıyorum ya da yüreğime su serpecek elin sahibini... Toprağa ateşi düşürecek, denizi yakamozlarla süsleyecek sesin sahibini… Artık basit şeyler bekliyorum yaşamdan. Örneğin, kimselerin bilmediği sırlarım olmalı ölürken... Kimselerin gitmediği sokaklarım olmalı... İçimi kanatan özlemlerle yaşlanıp, sonra da sessizce gitmeliyim bu dünyadan.
İşte yine susuyorum; siyah bir geceye dönüyor her anım ve okuduğum her şiir kanatıyor yaralarımı. İçimdeki çocuk ölüyor... Yalancı gülümseyişlerle beni ciddiyete çağıran insanları da önemsemiyorum. Elimden kayıp gidenlerden korkmadığımı bilmiyor ki hiç biri…
Sonsuz bir inatla sarıldığım radyodan gelen o harika melodilerin de tadı yok? Peki ya o yağmurda iliklerime kadar ıslanmalarımı kim çaldı benden? Bilmiyorum!
Susuyorum artık... Sustukça susuyorum. Sustukça, üzerime gelen insanlardan kurtarmak için ruhumu, suskunluğuma sarılıyorum. Ama yine de saplanıyor yüreğime bazı kelimeler. Bazıları da acıtıyor üstelik…
Sessiz geceler benim için sığınılan bir liman sanki. Kendimi bulup bulup kaybettiğim karanlıkta, şöyle bir uğradığım kelime hazinem de bir anlam ifade etmiyor. Düşünüyorum da bu güne kadar hep; gibi yazmışım, gibi okumuşum, gibi söylemişim ve en önemlisi; gibi sevmişim...
Elbette hiçbir şey, ben ol deyince olmaz. Bunu biliyorum ama zaman da geçiyor hızla. Tükenmez sandığım bütün sözler bitiyor ve ben de yavaş yavaş tükeniyorum... Onca yıldan sonra; hayata dair ne kaldı ki elimde? Kocaman bir hiç! Öyleyse neden bunca çaba, neye bunca isyan…
Öyle anlamsızki yaşadığım hayat. Her şey az sonra gerçekleşecekmiş gibi duruyor, elimi uzatıyorum tutmak için, kayboluyor. Benim dışımda kopuyor bütün kıyametler ve ben kendime uyan bir kıyamet beğenmiyorum…
Kalbime bir kurşun sıkacak gönüllü katilimi arıyorum ya da yüreğime su serpecek elin sahibini... Toprağa ateşi düşürecek, denizi yakamozlarla süsleyecek sesin sahibini… Artık basit şeyler bekliyorum yaşamdan. Örneğin, kimselerin bilmediği sırlarım olmalı ölürken... Kimselerin gitmediği sokaklarım olmalı... İçimi kanatan özlemlerle yaşlanıp, sonra da sessizce gitmeliyim bu dünyadan.
İşte yine susuyorum; siyah bir geceye dönüyor her anım ve okuduğum her şiir kanatıyor yaralarımı. İçimdeki çocuk ölüyor... Yalancı gülümseyişlerle beni ciddiyete çağıran insanları da önemsemiyorum. Elimden kayıp gidenlerden korkmadığımı bilmiyor ki hiç biri…
Ashab-ı Muhammed(sav)
Ashabından biri sana gelmişti;
“Ya Rasulallah” demişti
“Seni o kadar çok seviyorum ki
Aklıma geldiğinde gelip seni görmesem
Canım çıkacak gibi oluyor.
Sonra ahireti düşünüyorum.
Cennete girsem bile
Seninle birlikte olamayacağım
Aşağı mevkilerde kalacağım
Bu da zoruma gidiyor.
İstiyorum ki ahirette de yanında olayım.”
Sen de;
“Kişi sevdiğiyle beraberdir” buyurmuştun.
“Ya Rasulallah” demişti
“Seni o kadar çok seviyorum ki
Aklıma geldiğinde gelip seni görmesem
Canım çıkacak gibi oluyor.
Sonra ahireti düşünüyorum.
Cennete girsem bile
Seninle birlikte olamayacağım
Aşağı mevkilerde kalacağım
Bu da zoruma gidiyor.
İstiyorum ki ahirette de yanında olayım.”
Sen de;
“Kişi sevdiğiyle beraberdir” buyurmuştun.
Dua
Rabbim! Kalpleri birbirine ısındıran Sensin...
İzzetinle, ancak kendi muhabbetine sakladığım kalbimi;
Hikmetinle, eşimin kalbine de ısındırıyorsun.
Senden emanet aldığımız kalplerimizi, yine Sana teslim ediyoruz.
Kalplerimizi karartmamıza izin verme,
Kalplerimizden Seni sevmeye yollar aç,
Birbirimize olan sevgimizi, Seni sevmekle çoğalt,
Beni ve eşimi, Seni sevdiren ve Seninle sevinen bir sevgiyle donat.
Rabbim! görüyorum ki Sen, ölmüş yeryüzünü her bahar yeniden diriltiyorsun...
Kudretinle, kurumuş kemikler gibi ağaçları,
Çiçek çiçek tebessüm ettiriyorsun.
Yaprak yaprak urbalarla beziyorsun,
Meyvelerce hediyelerle sevindiriyorsun,
Toprağa düşüp, gözlerden uzak olan tohumları
Yeniden gün yüzüne getiriyorsun.
Sen bir baharı, bir çiçeği yaratırcasına kolayca yarattığın gibi;
Eşimin getirdiği her gülden bir bahar tazeliğinde mutluluklar yarat bana,
Yüzümde bir gül gibi açtırdığın her gülücükten,
Eşimin gönlüne gül bahçelerinin ıtırını yay...
Yıllar geçtikçe üzerimize çöken puslu hazanların etkisiyle,
Unutkanlığın rüzgarında savurup dağıttığımız inceliklerimizi,
Kalplerimizin kuytularında unutup, karanlığa bıraktığımız muhabbet sözlerimizi;
Tohumlar gibi filizlendir,
çiçekler gibi süsle,
Yapraklar gibi tazeleştir,
Meyveler gibi tatlandır...
Allah'ım! Bize öğrettiğin gibi
Babamız Adem(AS) ve anamız Havva'yı Cennetten,
Şeytanın aldatmacalarına kandıkları için çıkardın...
Elbetteki bu, senin takdirindir,
Haşa şeytanın keyfine kalmış bir iş değildir.
Biliyoruz ki, bu sayede ancak hak edenler senin yakınlığına kavuşacaktır.
iyi ile kötü birbirinden ayrılacaktır.
Cennetinden sabırsızlığımız yüzünden çıkarıldık,
Tembelliğimiz yüzünden geri dönemiyoruz.
Rabbim! Beni ve eşimi de
Bu dünyadan Cennete dönmek için,
Birbirini hayra kaldıranlardan eyle!
Sabırsızlığımız yüzünden bizi birbirimizden uzaklaştırma!
Sabır ver bana ki; eşimi muhabbetimin ve şefkatimin cennetinde ağırlayayım
Tembellikten uzak tut beni ki; eşimi hiç sebepsiz sevindireyim,
Hiç karşılık beklemeden seveyim...
Allah'ım! Biliyorum ki sen, rahmetinle İbrahim'in (AS) tenini ateşe yaktırmadın,
Bende İbrahim (AS) gibi sana teslim olmaya niyetlenmiş bir kulunum.
Besbelli nefsimin nemrutluğu ile İbrahim(AS) kadar başa çıkabilmiş değilim,
Görünen o ki, kolayca da başa çıkamayacağım.
Nefsim, içimde sık sık inatçılığın ateşini körüklüyor,
Kalbimi kıskançlığın alevlerine savuruyor...
Nasıl ki İbrahim (AS) Senden ateşi söndürmeni istememiş,
Ama bu ateşin içinde kalarak, kurtuluş istemişti...
Kulun ve elçin İbrahim(AS) biliyordu ki;
Senin kendisine selamet vermen, ateşin söndürülmesi şartına bağlı değildir.
Rabbim! şimdi sana, kulun ve elçin İbrahim'in (AS) teslimiyeti hatırına yakarıyorum ki,
Beni, fıtratıma, sonsuz hikmetinin gereğince yerleştirdiğin inatçılığım ve kıskançlığımla bıraksan da,
Bu duygularımı benim ve eşim için "serin ve selametli" eyle!
Kıskançlığın ve inatçılığın ortasından bizi, mutluluğun ve sadakatin gül bahçelerine eriştir...
İnatçılığımı; evliliğimi yürütecek istikametli bir kararlılığa,
Kıskançlığımı; evliliğimi koruyacak sağlam bir kalkana dönüştür!...
Rabbim! Biliyorum ki Sen, kudretinle,
Musa'nın (AS) asasının dokunduğu taşların bağrından billur sular akıttın.
Bende, Musa (AS) gibi Seni, suskunluğun çöllerinde aramaya çabalayan bir kulunum...
Kulun ve elçin Musa'nın(AS) eline katı taşları yumuşatıp,
Yaşlar döktüren bir asayı verdiğin gibi,
Benimde bakışıma ve duruşuma,
Eşimin kalbini yumuşatacak, dilindeki düğümleri açacak esrarı bahşet!
Sen, bana eşimin kalbinden, şefkatin yumuşaklığını tattır!
Eşimin dilinden, aşkın serinliğini taşır.
Beni ve eşimi anlayışsızlığın çölünden, muhabbetin denizine eriştir!
Beni ve eşimi kalbimin kıyılarına erişmekten alıkoyan,
Nefis firavununu kendi hırsının denizinde boğ.
Bize çok şeye sahip olmakla mutlu olunacağını telkin eden,
Daha çok tüketmekle huzur bulunacağını haykıran,
Tüketim sihirbazlarının yalanlarını,
Kanaatkarlığımızın yutup, yok etmesine izin ver...
Rabbim! Biliyorum ki Sen, rahmetinle,
İsa'ya (AS) ölüleri diriltme muzicesi bahşettin.
Kalpleri ölmüş ve inançları yozlaşmış bir toplumu,
İhya etmek için, çürümüş tenlere tazelik bahşeden tecellilerini,
Elçin ve kulun İsa (AS) üzerinden gösterdiğin gibi,
Bana da, eşimin aşkını canlandıracak aşk ver!
Dokunuşlarıma İsa'ya (AS) bahşettiğin gibi diriltici sırdan bahşet!
Eşimi sevmek ve sevindirmek için çektiğim sancıları,
Hz.Meryem'in sancısı gibi bir İsa'ya (AS) analık edecek bereketlerle sebep eyle!
nefsimize uymakla heba ettiğimiz günlerimizi,
Seni anmakla yeniden ihya et!
Gıybet ve boş sözle yaktığımız sevaplarımızı,
Tevbe ve özrümüz sebebiyle bize iade et!
Ettiğimiz kötülükleri, içten bir pişmanlıkla
Sana dönme vesilesi eyle de, rahmetinin dokunuşuyla
İyilikler olarak hesap et!
Anladım
Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir,ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman
olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir,ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman
olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
Bekleyişimin Öyküsü
Günler güz yaprakları gibi birer birer dökülürken ayaklarımın dibine,
ben her gece karanlığa dikip gözlerimi senin aydınlığını bekledim.
Sen yoktun...
Binlerce adım attım bu kentin sokaklarında.
Her köşeyi, her parkı, her ağacı ezberledim.
Sevdaya bulanmış her kaldırım taşında senin adını aradım.
Sen yoktun...
Evlerin duvarları birer birer üzerime yıkıldı.
Her bir hücremin acısını ta yüreğimde hissederken
beni enkazın altından çekip alacak elini aradım.
Sen yoktun...
Özlem şarkılarını ezberledim.
Kimini bağıra bağıra, kimini fısıltıyla söyledim.
Karanlığa haykırdım hasretimi.
Sesimi duyacaksın diye bekledim.
Sen yoktun...
Senden gelecek bir tek haberi bekledim.
Saatler asırlar gibi geldi, geçmedi.
Çalan her telefonu yüreğimin deli bir çağlayana dönen atışlarıyla açtım.
Senden başka duyduğum her seste hep aynı hayâl kırıklığını yaşadım.
Onlar beni duymak istiyordu, bense seni.
Sen yoktun...
Seni aramaktan yorgun düşmüş bedenimi karanlığın kucağına uzattım her gece.
Bir an önce sabah olsun diye uykunun beni çekip almasını istedim.
Olmadı.
Kaç gece sabahı ettim gözlerimi kapamadan,
kaç gece merdivendeki ayak seslerini dinledim gelen sensindir diye.
Sen yoktun...
Her yağmurla birlikte hüzün de yağdı bu kentin üzerine.
Bulutlar yalnızlığın işaretiydi benim için.
Beni ıslatan yağmur olmadı.
Ben senin özleminle sırılsıklamdım her mevsim.
Hayat; merhaba dedi bahara çiçek çiçek.
Uzun kıştan sonra gelmez dediğim göçmen kuşların dönüşünü gördüm.
Sen yoktun...
Her istasyon her otogar adresim oldu. Bir trenden inersin sandım.
Otobüslerdeki her yolcuya sensin diye baktım.
Ya da yolculuklara vurdum kendimi.
Kimsenin uğramadığı köylere, adı duyulmamış kasabalara gittim.
Senden bir iz aradım.
Sen yoktun...
Denizin sonsuz maviliğine umut bağladım.
Kıyılarda tükettim bekleyişlerimi.
Hep sensiz gemiler geçti limanlardan.
Ben gemicilerin hasret türkülerine eşlik ettim.
Sen yoktun...
Gözümden bir tek damla yaş akmadı. Onlar sana aitti, sana kalmalıydı.
Kimselere söyleyemedim acılarımı, bekleyişimin öyküsünü kimselere anlatamadım.
Nice fırtınalar koptu yüreğimde. Dalgalar dövdü hayallerimi.
Sığınacak bir liman, yaslanacak bir omuz aradım.
İçimi dökecek bir insan aradım.
Sen yoktun...
Her gece ay paramparça oldu. Her gece yıldızlar birer birer düştü sokaklara.
Yıldızları saçına takıp gelmeni bekledim.
Ayı avucunda bana getirmeni bekledim.
Ve bir güneş gibi doğup aydınlatmanı bekledim bu kapkara dünyamı. Ama.
Sen yoktun
Ayet ve Hadisler
Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.
Nur Suresi Ayet 3
Nur Suresi Ayet 3
Mankurt Efsanesi ve Televizyon

Tv'nin tesirlerini; kısa, orta ve uzun vadede olmak üzere üçe ayırabiliriz. Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombalarının tesirleri ile bu tesirler daha iyi izah edilebilir. Atom bombası ilk atıldığında 100 bin insan öldü. Bu, katliamın kısa vadedeki en şiddetli tesiri olmuştu. Orta vadede o şehirler yaşanamaz hale geldi ve Japonya, savaşı kaybetti. Uzun vadede ise, radyasyon sebebiyle kolsuz-bacaksız çocuklar dünyaya gelmeye, başta kanser türleri olmak üzere çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaya başladı. Kısacası atom bombasının tesirleri yıllar sonra bile hissedilmekteydi.
Televizyonun kısa, orta ve uzun vadede nasıl ortaya çıktığını fark edemediğimiz vahîm neticeleri, tarihin derinliklerinde kalmış; fakat birilerinin hâlâ birçok topluma uyguladığı Mankurt Efsanesini hatırlatmaktadır. Tv'nin Mankurt Efsanesine benzeyen yönlerini okuduğumuzda onun zararlarını fark edip, ona daha mesafeli olacağız.
Efsaneye geçmeden önce, tv'nin niçin bu kadar tesirli olduğunu cevaplamaya çalışalım. Bunun için ilk olarak, "Acaba kaç saat tv karşısında kalmaktayız?'' sorusunun cevabını arayalım. Yapılan çalışmalar, birçok kişinin saatlerce tv karşısında kaldığını veya tv bulunan bir ortamda çalıştığını göstermektedir. Birçok yerde hayat, tv'nin görüntüsü veya sesi ile devam etmektedir. Çocuklarımız tv karşısında saatlerce çizgi film veya farklı prog-ramlar izlemektedir. İnsanın gördükleri ve duydukları şuuraltında bir tesir bırakır. Şuuraltı beslenmesi ise, insan hayatına çok mühim neticeleriyle derinden tesir eder. Öyleyse tv görüntü ve seslerinin hayatımıza tesiri var mıdır? Sağlıklı düşünen her insan bu soruya "evet'' diye cevap verecektir. Bir kişi tv seyretmese bile, çevresinde tv seyredenler olduğu için, dolaylı bir tesir altında kalmaktadır. Televizyon, bilhassa çocuk ve gençlerin şuuraltına, davranışlarına ve zihnî fonksiyonlarına tesir etmekte ve onların hayatı algılamalarını ve davranışlarını değiştirmektedir. Kısacası hayatın her köşesinde tv ve buna bağımlı olan insanları bulmak mümkün olmaktadır.
Mankurt Efsanesi tarihin derinliklerinde Türk kavimlerine uygulanan bir işkence ve asimilasyon şekli olarak bilinmektedir. Bu efsaneye göre kafasına ıslak koyun derisi geçirilen kişi, güneşin altında günlerce bekletilmekte, ıslak deri yavaş yavaş kurumakta ve kişinin kafasına müthiş bir basınç yapmaktadır. Güneşin altında kafası gittikçe sıkılan kişi, yapılan işkencenin dayanılmaz tesiriyle kendisini, geçmişini, ideallerini ve şahsiyetini şekillendiren birçok değeri kaybetmektedir. Bu şekilde mankurtlaşanlar, şuuru kaybolmuş, yönlendirilmeye açık, kendi geçmişine ve benliğine hissiz, duygulardan yoksunlaşmış, sahibine şartsız olarak bağlı birer robot haline gelmektedir.
Mankurt haline getirilenlerin maruz kaldığı değişme ile, tv kıska-cındaki kişilerin yaşadığı değişme arasında büyük benzerlik vardır. Tv karşısındakilerde, belki koyun derisinin yaptığı ağrı ve işkence hali yoktur; ama bu iki hadise karşısındaki değişme tarzı benzerdir. Tv karşısında saatlerce savunmasız bir şekilde kalan kişiler, gördüklerinin tesiri altında kalmakta, hayat ve olaylara tvnin istediği gibi bakmakta, ekranda gör-düklerini model alarak giyinmekte, buna göre eğlenmekte ve yaşa-maktadır.
Sistemli değişme ve zamana yayarak değişme önemli kavramlardır. Bugün gelinen durum çok kısa zamanda olsaydı, herkes değiştiğini fark edebilecekti. Ancak değişmenin zamanla ve yavaş yavaş olması, kişinin değiştiğini fark etmemesi sonucunu getirmektedir. Tv'nin yıllar içinde yaptığı değişme şahsın şuuraltı ile birlikte değişmesi ve bu şuuraltı değişmenin kişi-nin günlük davranışlarına aksetmesini doğurmaktadır. Tv'nin insana tesirini şu örnek ile daha iyi açıklayabiliriz. Elinize beyaz bir kâğıt alın ve üzerine her gün bir nokta koyun. Bir yıl sonra o kâğıt simsiyah olacaktır. Başka bir örnek verecek olursak; yurdundan ve içinde yetiştiği toplumdan uzakta yaşayan kişiler, zamanla içinde yaşamayı sürdürdükleri yeni toplumun değer ve normlarına maruz kalarak, farkında olmadan değişirler. Değişmeler yavaş olmaktadır. Televizyon seyircisinin de şuuraltı zamanla değişir ve bu değişme günlük konuşmalara, davranışlara, ideal ve düşüncelere aksederek, kişiler âdeta mankurtlaşırlar.
Devletler, kültürlerini yaymayı ve asimilasyonu bugün, belki tank ve top ile gerçekleştirmiyorlar; ama bunu tv ile sistemli bir şekilde ve yavaş yavaş yapıyorlar. "Globalleşme'' sloganıyla artık tek tip konuşan, tek tip giyinen, tek tip yiyen, tek tip yaşayan, sun'î ve sığ idealleri olan, sadece maddiyata kilitlenmiş kitleler oluşmaktadır. Çünkü tv'lerde çocukluktan itibaren uygulanan değişim programı sonucu; kişiye daha iyi hayat, daha çok para, daha çok konfor, var olmak için yok etmek, her hâdiseden cinsî mevzulara girizgâhlar, menfaat için aldatma, bencillik ve israf gibi insanı değersizleştiren mesajların binlercesi verilmektedir. Artık, evin kızı bir mankeni model almakta, delikanlısı sevdiği bir sanatçı gibi giyinmekte, küçük çocuğu ise; tesirinde kaldığı filmin çocuk kahramanı gibi konuşmakta ve davranmaktadır. Katliamlar, özgürlük için savaş; haksızlıklar, adalet; yanlışlıklar, doğru gibi aktarılabilmektedir. Dolayısıyla toplumlar değerlerinden zamanla uzaklaşmakta, yabancı kültür gittikçe yaygınlaşmaktadır. Mankurtlaşan insanların, değerlerine yapılan saldırılara hissiz kalması gibi, tv karşısında erozyona mâruz kalan insanlar da, giderek bazı olaylara duyarsızlaşmakta ve birer "teknolojik mankurt'' haline gelmektedir. Bu şekilde kendine göre farklı kültürel kimlik taşıyan, ama kişiliği olmayan içi boşaltılmış topluluklar, hemen her ülkede boy göstermektedir.
Hiroşima ve Nagasaki'de atom bombasının kısa vadedeki tesirine karşılık tv'nin kısa vadedeki tesiri, bir günde binlerce insanın ölümü değil, milyonlarca insanın yavaş yavaş ölmesidir. Tv'nin tesiri daha çok orta ve uzun vadede görülür. Orta vadede mânevî köklerinden kopuk ve kıymet hükümleri olmayan çocuklar yetişirken, uzun vadede fertlerin tek tek değişmesi neticesinde, bütün bir toplum ve kültürün yozlaşması gerçekleşir.
Günümüzün çaresiz ailesi, kendini bu tehlikeden nasıl koruyacak? Bu sorunun cevabı oldukça önemlidir. Bu konuda en güzel cevap alternatif malzemeler ve metotlar oluşturarak tv'ye olan ihtiyacı azaltmak olacaktır. Şu an için bir muhasebe yapalım: En son ne zaman bütün aile bir arada gezinti yapabildik? En son, çocuklarımız ile ne zaman ve ne kadar süre oyun oynadık? En son hangi akrabamızı ziyaret ettik? Ailemiz ile birlikte en son ne zaman kitap okuduk? Acaba tv'ye ayrılan vaktin kaçta kaçını çocuklarımız ve ailemiz için ayırıyoruz? Günlük tv seyrettiğimiz süre içinde kitap okusak, şu an kaç kitap okumuş olurduk? Bu soruları çoğaltmak mümkündür. Bu sorulara açık yüreklilikle cevap verdiğimizde, tv'nin hayatımızdaki yeri daha iyi anlaşılacaktır.
Tv'nin zararları çok fazla olmakla birlikte, bazılarını sıralayalım:
1- Şiddet görüntüleriyle şiddet uygulamaya meyelan hasıl etme,
2- Gayri ahlâkî görüntülerin çocuğa ve aileye menfî tesirleri,
3- Seviyesiz eğlence kültürünün özendirilmesi,
4- Oluşturulan modellerdeki kişiler arası münasebetlerin sığ ve menfaat kaynaklı olması,
5- Kültürel değerlerin yozlaş-tırılması ve başka kültürlerin özendirilmesi,
6- Aile fertlerinin birbirleriyle olan münasebetini azaltması ve yalnızlığa sebep olması,
7- Mühim hâdiselere karşı sistemli bir hissizleşme,
8- Korku kültürünün yaygın-laştırılması ve bundan menfaat elde etme,
9- İnsanları çaresizliğe ve karamsarlığa iten konuların reyting malzemesi yapılması,
10- Çalışarak kazanma yerine, âÇalışmadan köşeyi dön! anlayışının yerleştirilmesi,
11- Tüketim ve kazanç uğruna her türlü değerin çiğnenmesi,
12- İnsanlara yalancı cennetler oluşturularak, gerçeklerden koparılması.
Buna benzer daha birçok zararlı tesiri saymak mümkündür. Kişi-nin; şiddet ve gayri ahlâkî sahnelerin, sigaraya ve alkole özendirici, doğruluğu enayilik olarak tasvir eden görüntülerin tesiri altında kalmadığını söylemesi, kendini kandırmasından başka bir şey değildir.
Tv hakkındaki bu kadar aleyhteki ifadelerden sonra bu âlete düşman olma veya bu teknolojiyi toptan reddetme gibi bir durumun anlaşılmaması için, bu âletin hayırda ve insanı yüceltme yolunda da kullanılabileceğini söylememiz gerekir. Ancak bu yol daha zordur. Zaten bütün tahripler, yakıp yıkmalar, bozmalar hep kolay olmuştur. Faydalı, iyi, güzel ve hayırlı işler ise, muhakkak zor olacaktır. Kâinat kitabından tefekkür tabloları, tabiattan insanı düşündüren ve güzel mesajlar sunan belgeseller, tarihimizden ders çıkarılacak ve gençlerimizi eğitme maksadıyla hazırlanmış filmler, çocuklarımıza insan ve vatan sevgisini, çevre koruma hassasiyetini, güzel ahlâkı, mânevî ve millî değerlerimizi tanıtma adına hazırlanmış çizgi filmler sunma, tabii ki, zor, masraflı ve vakit alıcı işlerdir. Ancak nesillerimizin mankurtlaşmasını engellemek, onları tv'nin zararlı tesirlerinden kurtarmak ve kendi öz değerlerimize sahip çıkmak istiyorsak, bu âletin iyi yönde ve şuurlu kullanılması için de gayret bizlere düşmektedir.
Dr. Hasan AYDINLI

Ben Senide Sevmiştim Ama
Ben seni de sevmiştim ama……
Başındaki örtüyü çok farklı sevdim.
Tesettüre girmeni sevdim.
Kalbindeki imanı, Kur´an okumanı, namazı kılmanı sevdim.
Bir Nene Hatun´a ve bir de Zeynep el Gazili´ye benzemeni sevdim.
Hatırlar mısın bana derdin ki ´´Benim başörtüm ne zaman özgürlüğe kavuşacak
Ve ne zaman gözyaşlarım dinecek?´´
Şimdi ne oldu sana ne oldu da çok değiştin.
Namazı kılmaz oldun, Kur´an´ı okumaz oldun tesettüre girmez oldun..!
Yılmış, yıpranmış, teslim olmuşsun, şimdi soruyorum,
Yakıştı mı sana? Yakışır mı bize ve yakışır mı yürekli insanlara…..
Söyle söyle be hey umudum söyle,
Ben seni de sevmiştim ama….
Örtünmeni çok farklı sevdim.
Hakk için yaşamanı sevdim.
Kur´an-ı ve namazı öğretmeni sevdim.
Bir gül gibi rengarenk açmanı ve etrafına nurlar saçmanı sevdim.
O senin başörtün var ya benim gönlümün sultanıydı..
Tesettüre girdiğinde benim canımın canıydın,
Sana gerici dediklerinde, Seni kötülediklerinde…..
Başörtün için derse almadıklarında, inan ki ben can evimden vuruldum?
Ben seni de sevdim ama…..
Allah´ı (c.c.) sevmeni çok farklı sevdim,
Hz.Resulü (S.A.V.)sevmeni sevdim.
Bir Hz. Hatice, Hz. Aişe ve Hz. Fatıma´yı örnek almanı sevdim.
Bir üniversite kapısında başındaki örtünle direnmeni sevdim.
Yiğit kızlar mücadeleyi sürdürürken, sen başını açtın
değdi mi?
Allah´ın (c.c.) ve Hz. Resulun (S.A.V.) sevgisini kaybetmeye..!
Bir diploma için benim ve bizim sevgimizi kaybetmeye değdi mi?
Söyle söyle be hey umudum…!!
Senli Düşünceler
Dalıp gittim yine senli düşüncelere
nerdesin ve ne yapmaktasın diye
Uzak kaldık öyle uzakki birbirimize
Yollarda karşılaşma ümidimiz bile yok
Kış vurdu mu acaba o deniz memleketine
Üşüyor mu burnun, ağzın, yanakların
ama düşünüyorumda
al al olmak ne de güzel yakışırdı yüzüne
İyi giyin dikkat et sağlığına
bir zarar gelecek olursa sana
dayanamam, parçalanır yüreğim
..sevgimi verdim, almadın
başka kollardı aradığın
yine de kızıp, küsmem sana
aynı yerde aynı büyük sevgiyle
kalbimle ben beklerim seni,
umudum hiç tükenmemekte
Bu ölmüş duvarlarla çevrili odada
yalnızlığımla oturmuş işte böyle düşünürüm seni,
merak etme yolunda herşey buralarda
bir sana, bir sessizliğine dayanmak zor gelir..
Ve sevdiğim
Unut demiştin kulaklarımda çınlıyor hala sesin
Ama unutamam seni ben hiçbir zaman bilmeni isterim
nerdesin ve ne yapmaktasın diye
Uzak kaldık öyle uzakki birbirimize
Yollarda karşılaşma ümidimiz bile yok
Kış vurdu mu acaba o deniz memleketine
Üşüyor mu burnun, ağzın, yanakların
ama düşünüyorumda
al al olmak ne de güzel yakışırdı yüzüne
İyi giyin dikkat et sağlığına
bir zarar gelecek olursa sana
dayanamam, parçalanır yüreğim
..sevgimi verdim, almadın
başka kollardı aradığın
yine de kızıp, küsmem sana
aynı yerde aynı büyük sevgiyle
kalbimle ben beklerim seni,
umudum hiç tükenmemekte
Bu ölmüş duvarlarla çevrili odada
yalnızlığımla oturmuş işte böyle düşünürüm seni,
merak etme yolunda herşey buralarda
bir sana, bir sessizliğine dayanmak zor gelir..
Ve sevdiğim
Unut demiştin kulaklarımda çınlıyor hala sesin
Ama unutamam seni ben hiçbir zaman bilmeni isterim
Güneşimi Kaybettim
Bir gün daha ağardı ey sevgili
Bir gece daha yerini gündüze bıraktı da
Bir benim karamsarlığım yerini
Umuda bırakamadı
Bak sevgili nasılda aydınlatıyor
Nasılda ısıtıyor güneş herkesi
Ama sende benim güneşim değilmiydin?
Sen niye artık benim hüzünlerle dolu yüzümü
Aydınlat mıyorsun?
Niye sevgili, niye?
Sen benim güneşim değimliydin?
Hep öyle demez miydim ben sana?
Öyleyse niye sevgili, niye?
Sen niye beni ısıtmıyorsun?
Niye bukadar üşüyorum
Herkez incecik giysilerle dolaşırken
Ben niye hala kazaklarımı giyiyorum
Kazaklarım bile ısıtamıyor sevgili
Üşüyorum, çok üşüyorum
Yüreğim buz kesti, donuyorum
Niye sevgili, niye
Niye bu ayrılık, niye bu hasret, niye bu acı
Mecbur muyduk hasret kalmaya?
Tamam sus, sus, yalvarırım sus
Duymak istemiyorum
Yine başlıyacaksın bir sürü anlamı olmayan açıklamalara
Hiç birini duymak istemiyorum, hiç biri
Ama veya konuş, hep konuş
Saçmalasan da, ne dediğini anlamasam da konuş
Yalvarırım konuş
Sesini duymaya çok ihtiyacım var
Peki sevgili sadece bir sorum olacak?
Sadece buna cevap ver ve sus! !
Bir daha beni aydınlatamıyacak mısın?
Bir daha beni ısıtamayacak mısın?
….. Yine susuyorsun
Anlam veremediğim susuşların başladı yine
Biliyorum ne bir daha aydınlatacaksın beni
Ne de ısıtacaksın..
Üşüyorum sevgili, üşüyorum
Gel ısıt beni desem de gelmeyeceksin
Gel/me sevgili
Ne olur gel/me
Güneşimi kaybettim….
Bir gece daha yerini gündüze bıraktı da
Bir benim karamsarlığım yerini
Umuda bırakamadı
Bak sevgili nasılda aydınlatıyor
Nasılda ısıtıyor güneş herkesi
Ama sende benim güneşim değilmiydin?
Sen niye artık benim hüzünlerle dolu yüzümü
Aydınlat mıyorsun?
Niye sevgili, niye?
Sen benim güneşim değimliydin?
Hep öyle demez miydim ben sana?
Öyleyse niye sevgili, niye?
Sen niye beni ısıtmıyorsun?
Niye bukadar üşüyorum
Herkez incecik giysilerle dolaşırken
Ben niye hala kazaklarımı giyiyorum
Kazaklarım bile ısıtamıyor sevgili
Üşüyorum, çok üşüyorum
Yüreğim buz kesti, donuyorum
Niye sevgili, niye
Niye bu ayrılık, niye bu hasret, niye bu acı
Mecbur muyduk hasret kalmaya?
Tamam sus, sus, yalvarırım sus
Duymak istemiyorum
Yine başlıyacaksın bir sürü anlamı olmayan açıklamalara
Hiç birini duymak istemiyorum, hiç biri
Ama veya konuş, hep konuş
Saçmalasan da, ne dediğini anlamasam da konuş
Yalvarırım konuş
Sesini duymaya çok ihtiyacım var
Peki sevgili sadece bir sorum olacak?
Sadece buna cevap ver ve sus! !
Bir daha beni aydınlatamıyacak mısın?
Bir daha beni ısıtamayacak mısın?
….. Yine susuyorsun
Anlam veremediğim susuşların başladı yine
Biliyorum ne bir daha aydınlatacaksın beni
Ne de ısıtacaksın..
Üşüyorum sevgili, üşüyorum
Gel ısıt beni desem de gelmeyeceksin
Gel/me sevgili
Ne olur gel/me
Güneşimi kaybettim….
Gitmem Hiçbir Yere
Sen Gitmiştin
Sevgili!
Sen gitmiştin…
Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi,
gurbetlerine salmıştın bizi.
Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda…
Sen gitmiştin…
Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi.
Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda.
Sevgili!
Nasıl iltica edelim sana ;
huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?!.
Ve duyurabilsin mi sesini!?.
Efendim, duyar misin sesimizi?..
Sevgili!
Sen aşk ikliminde sultan,
sen güzellik şahikasında dolunay,
sen vefa göğünde hilal.
Biz bir bakışının dilencisi,
biz dolunay tutkunları,
biz bayramı gözleyen oruçlar.
Güzellik ordusunun hakanı sen, gam ruzigârinda gedalar biz.
Sen imrenme, biz ayıplanma.
Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar.
Sen sabah yıldızlarının ışığı, biz gaflet uykusunda kervancı.
Dert ve keder denizinde çığlık çığlığayız biz,
kumrular ve bülbüller seni bestelemekte oysa.
Çığlıklarımızı bestelere karıştırıver efendim,
düşkünlerine, savrulmuşlarına kulak ver.
İtivermezsin elinin tersiyle bizi, degil mi efendim?..
Sevgili!
Sen gitmiştin…
Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı ve sonra yok eyledik aklımızı da.
Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz
ırmaklarımız mecralarında susuzluğa mahkum edildi.
Sen gitmiştin…
Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda.
Hasretinden akıllar yitirildi efendim,
gönüller gölgelere düştü.
Kucak kucağa güneşlerimiz söndü,
dudak dudağa denizlerimiz kurudu
ve sen gitmiştin efendim.
Sen gitmiştin…
Seninle birlikte her şeylerimiz gitti.
Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra;
kanlarımız sahralar doldurdu.
Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi,
kutlu erlerimiz tutsak oldu nefis ordularına…
Hiçbir şey kazanmadık ayrılığında, efendim,
hiç kâr elde edemedik.
Aldandık, hep aldandık.
Delilimizi yitirdik, delillerimizi yitirdik.
Dillerimiz dilim dilim edildi efendim.
Bize sevmeyi unutturdular ilkin;
sonra sevginin ne olduğunu…
Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz,
gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık.
Vurgunlar yedik pes pese efendim…
Ve sen gitmiştin.
Sevgili!
Sen gitmiştin…
Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın.
Hayırları söyleyip gitmiştin,
biz ser işler olduk.
Uzun uzun emellere kapıldık,
kapılanıp kaldık umutların kapısında.
Yolunda yürümekten üzerimize düşen,
baş kaldırdık önce ve sonra yıkılışlar gördük hep efendim.
Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen;
böğrümüzde kaldı ellerimiz.
Hanım idik halayık olduk;
bay idik köle edildik.
Sen gitmiştin…
Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler.
Aşk dervişleri avare, pejmürde, hercâyî rüzgârlara kapıldılar,
dönüşlerinin ahengini kırdılar.
Bölük bölük kadınlarımız,
grup grup erlerimiz,
demet demet çocuklarımız,
kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini.
Ve sen gitmiştin efendim…
Sevgili!
Hani bir aşk idin,
bir güzellik idin sen, güzellikle aşkın kesiştiği prizmada.
Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna;
aşkın o aynanın cilası idi hani.
Güzelliğin olmasa efendim,
aşkı hiç bilmeyecekti cihan;
aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.
Aşk pazarında mezat hep güzelliğine;
güzellik yurdunda yollar hep aşkına durmuştu efendim…
Ve sen gitmiştin…
Sevgili!
Derd ile ağlayandın;
hem derde salandın!..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.
Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.
Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,
“Lâ” ile “Illa”yi i’câz ile sen dillendirmiştin.
Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Artık düşmanlarımız dostlar arasında;
dostumuz düşman içinde.
Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk…
Sana muhtacız!..
Sana en fazla muhtacız.
En fazla sana muhtacız.
Uyandır bizi uykumuzdan…
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel,
bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden…
Sana muhtacız…
Sana en fazla muhtacız..
Dursun Ali Erzincanlı
Sen gitmiştin…
Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi,
gurbetlerine salmıştın bizi.
Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda…
Sen gitmiştin…
Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi.
Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda.
Sevgili!
Nasıl iltica edelim sana ;
huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?!.
Ve duyurabilsin mi sesini!?.
Efendim, duyar misin sesimizi?..
Sevgili!
Sen aşk ikliminde sultan,
sen güzellik şahikasında dolunay,
sen vefa göğünde hilal.
Biz bir bakışının dilencisi,
biz dolunay tutkunları,
biz bayramı gözleyen oruçlar.
Güzellik ordusunun hakanı sen, gam ruzigârinda gedalar biz.
Sen imrenme, biz ayıplanma.
Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar.
Sen sabah yıldızlarının ışığı, biz gaflet uykusunda kervancı.
Dert ve keder denizinde çığlık çığlığayız biz,
kumrular ve bülbüller seni bestelemekte oysa.
Çığlıklarımızı bestelere karıştırıver efendim,
düşkünlerine, savrulmuşlarına kulak ver.
İtivermezsin elinin tersiyle bizi, degil mi efendim?..
Sevgili!
Sen gitmiştin…
Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı ve sonra yok eyledik aklımızı da.
Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz
ırmaklarımız mecralarında susuzluğa mahkum edildi.
Sen gitmiştin…
Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda.
Hasretinden akıllar yitirildi efendim,
gönüller gölgelere düştü.
Kucak kucağa güneşlerimiz söndü,
dudak dudağa denizlerimiz kurudu
ve sen gitmiştin efendim.
Sen gitmiştin…
Seninle birlikte her şeylerimiz gitti.
Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra;
kanlarımız sahralar doldurdu.
Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi,
kutlu erlerimiz tutsak oldu nefis ordularına…
Hiçbir şey kazanmadık ayrılığında, efendim,
hiç kâr elde edemedik.
Aldandık, hep aldandık.
Delilimizi yitirdik, delillerimizi yitirdik.
Dillerimiz dilim dilim edildi efendim.
Bize sevmeyi unutturdular ilkin;
sonra sevginin ne olduğunu…
Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz,
gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık.
Vurgunlar yedik pes pese efendim…
Ve sen gitmiştin.
Sevgili!
Sen gitmiştin…
Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın.
Hayırları söyleyip gitmiştin,
biz ser işler olduk.
Uzun uzun emellere kapıldık,
kapılanıp kaldık umutların kapısında.
Yolunda yürümekten üzerimize düşen,
baş kaldırdık önce ve sonra yıkılışlar gördük hep efendim.
Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen;
böğrümüzde kaldı ellerimiz.
Hanım idik halayık olduk;
bay idik köle edildik.
Sen gitmiştin…
Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler.
Aşk dervişleri avare, pejmürde, hercâyî rüzgârlara kapıldılar,
dönüşlerinin ahengini kırdılar.
Bölük bölük kadınlarımız,
grup grup erlerimiz,
demet demet çocuklarımız,
kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini.
Ve sen gitmiştin efendim…
Sevgili!
Hani bir aşk idin,
bir güzellik idin sen, güzellikle aşkın kesiştiği prizmada.
Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna;
aşkın o aynanın cilası idi hani.
Güzelliğin olmasa efendim,
aşkı hiç bilmeyecekti cihan;
aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.
Aşk pazarında mezat hep güzelliğine;
güzellik yurdunda yollar hep aşkına durmuştu efendim…
Ve sen gitmiştin…
Sevgili!
Derd ile ağlayandın;
hem derde salandın!..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.
Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.
Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,
“Lâ” ile “Illa”yi i’câz ile sen dillendirmiştin.
Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Artık düşmanlarımız dostlar arasında;
dostumuz düşman içinde.
Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk…
Sana muhtacız!..
Sana en fazla muhtacız.
En fazla sana muhtacız.
Uyandır bizi uykumuzdan…
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel,
bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden…
Sana muhtacız…
Sana en fazla muhtacız..
Dursun Ali Erzincanlı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Bir gün efendimiz Hz.Ali'ye sorar der ki; Ya Ali Allah'ı seviyormusun? Evet Ya resullah Peki beni seviyormusun? Evet Ya resulla...